AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ İÇTİHATLARI

TEMELİNDE AVRUPA KONSEYİ ÜYE DEVLETLERİNDE

YARGILAMA SÜRELERİ HAKKINDA AVRUPA ADALETİN

ETKİNLİĞİ KOMİSYONU (CEPEJ) RAPORU

31 Temmuz 2012

2. Gözden Geçirme (Bayan Françoise Calvez- Hâkim – Fransa)

26 Mart 2012 tarihinde Bay Nicolas Régis tarafından güncellenmiştir.

Çeviren: Hasan Hendek*

Bu çalışmada belirtilen görüşler yazarın sorumluluğu altındadır ve Avrupa Konseyi’nin resmi politikasını yansıtmamaktadır.

RAPORUN ÖZETİ

I. İnceleme Konuları (Kapsam)

Raporun amacı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarının, Avrupa’daki yargılama süreleri hakkında bir sonuç çıkarmak için kullanılıp kullanılamayacağını belirlemektir. Analiz edilecek konular:

1. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin “makul sürede yargılanma” hakkı ile ilgili olarak ihlal bulduğu ya da ihlalin olmadığı sonucuna ulaştığı kararlarından, belirli çeşit davaların yargılama süreleri ile ilgili olarak ne tür sonuçlar çıkarılabilir? (en kısa ve en uzun süreler )

2.  AİHM içtihatlarından hangi dava kategorileri oluşturulabilir?

3. AİHM içtihatlarındaki gecikme çeşitleri ve bunların sebepleri nelerdir?

II. Raporun Yapısı

Rapor iki bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm, yargılama sürelerinin makullüğünün değerlendirilmesine dair kriterleri ortaya koyar ve AİHM içtihatlarındaki yargılama sürelerinin hesaplanmasına dair kuralları belirler. İkinci bölüm, gecikmelerin olduğu duruşma aşamalarını göz önüne serer, değişik dava çeşitlerinde olan gecikme sebeplerini belirler ve ülkelerin uzun yargılama sürelerini kısaltma adına oluşturdukları çözüm yollarına dair genel bir bakış sunar. Raporun eklerinde, ülke bazlı olarak Mahkemenin yargılama süreleri ile ilgili değerlendirmelerine dair istatistiksel göstergeleri (Ek.I), Mahkeme tarafından belirlenen öncelikli davaların analizini  (Ek:II) ve ihlal bulunan veya ihlal olmadığına dair kararları içeren karmaşık davalara ilişkin tabloyu (Ek:III) ve normal (karmaşık olmayan) davaları(Ek:IV) bulmak mümkündür.[1]

III. Rapordaki Temel Bulgular:

1. Mahkeme yargılama süresinin makul olup olmadığını belirlemek adına aşağıda belirtilen kriterleri geliştirmiştir:

- Davanın Karmaşıklığı ( Karışık davalar sonuçlandırılmak için daha uzun süreye ihtiyaç duyarlar fakat davanın karmaşıklığı tek başına yargılamanın uzunluğunu haklı çıkarmaz);

- Başvurucunun davranışları ( Bu kriter varlığı halinde, yargılama süresi açıkça uzun olsa bile AHİM’in Sözleşmenin 6. Maddesinin ihlal edilmediği sonucuna varmasına neden olacağı kriterdir.

- Yetkili otoritelerin davranışları (Eğer yetkililer, yerel mahkemelerinde beklenmeyen geçici iş yükünün çözümü için hızlı ve uygun tedbirleri almışlarsa, bazı davaların yargılamasının uzun sürmesi makul görülebilir.)

 - Davada başvurucu için söz konusu olan şey (Bazı davalar özel bir hızı gerektirebilir.) Özellikle öncelikli davalar yani:

- İşten çıkarmayı, maaşlara ilişkin talepleri, ticaretin sınırlandırılmasını konularını da içeren iş davaları;

- Kaza mağdurları için tazminat davaları;

- Başvurucunun cezaevinde olduğu davalar;

- Güvenlik güçlerinin ihlallerine dair davalar;

- Başvurucunun sağlık durumunun kritik durumda olduğu davalar;

- Başvurucunun çok yaşlı olduğu davalar;

- Aile hayatı ve çocuk ile anne baba arasındaki ilişkiyle alakalı davalar;

- Başvurucunun engelli olduğu davalar.

Müstakil kriter bazlı değerlendirmeye ek olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi davanın şartlarının genel olarak değerlendirmesini de yapar. Böyle bir genel değerlendirmenin neticesinde AHİM toplam zamanın aşırı olduğunu veya yetkili otoritelerce hiç bir şey yapılmaksızın beklenen uzun zamanlar mevcut olduğunu tespit ederse, “makul sürenin” aşıldığına hükmedebilir. 

2. AHİM, içtihatlarında yargılama sürelerinin hesaplanması için metodlar geliştirmiştir. Bu sürelerin hesaplanmasında başlangıç noktası, hukuk, ceza ve idari davalara göre farklılık göstermektedir. Hukuk davalarında bu süre davanın mahkemeye açıldığı tarih iken, ceza davalarında sanığın gözaltına alındığı, suçlandığı ya da ilk soruşturmanın başladığı zaman, ilk sürenin başlatılacağı zamandır. İdari davalarda bu süre başvurucunun uyuşmazlık konusunu idari makamlara ilk olarak bildirdiği tarihten itibaren başlar. AHİM bu sürenin bitimini, ceza davalarında esas suçlamaya ilişkin son kararın verildiği tarih veya savcılığın ya da mahkemenin prosedürü sonlandırdığı tarihi baz alarak değerlendirirken hukuk davalarında kararın son olduğu (yani nihai olarak uygulanabilir hale geldiği ) tarihi dikkate alır. 

Fakat AHİM yargılamanın bütüncül bir parçası olan kararların infazı sürelerini de dikkate almaktadır. 

3. Gecikme sebepleri tüm yargılama çeşitlerine ait olanlar ve spesifik yargılama çeşitlerine ait olanlar olmak üzere sınıflandırılmışlardır:

Yargılamanın Çeşidi

Yargılamanın Aşamaları

Gecikmenin sebebi

Tüm yargılamalar

Yargılama başlamadan önce

Mahkemelerin coğrafi dağılımı,

Hâkimlerin tayinleri,

Yetersiz hâkim sayısı,

Çok üyeli mahkemelerin sistematik kullanımı,

Dava sayılarında birikme,

Yargısal otoritelerin hareketsiz kalması,

Usuli kurallardaki sistematik yetersizlikler

Duruşmanın başlangıcından kapanmasına kadar olanlar 

Tarafların ya da tanıkların celbinde başarısızlık,

Yasaya aykırı celpler,

Yasanın geç yürürlüğe girmesi,

İdari ya da adli makamların yargı yetkisi konusundaki anlaşmazlıkları,

Dava dosyasının temyiz mahkemesine geç gönderilmesi,

Avukatlardan, yerel ve diğer otoritelerden kaynaklanan gecikmeler, 

Davanın yürütülmesinde yargısal isteksizlik,

Bilirkişilerin iştiraki,

Duruşmaların sık ertelenmesi,

Duruşmalar arasındaki aşırı süreler,

Duruşmadan önce aşırı gecikmeler 

Duruşmadan sonra

Hükmün kurulması ile onun mahkeme kalemine (sonraki işlemlerin yapılması adına)  veya taraflara bildirilmesi arasında aşırı aralar;

Hukuk Yargılamaları

Mahkemenin taktir yetkisinin kullanılmasındaki başarısızlıklar,

Hukuk usulüne dair kuralların yokluğu ya da yetersiz kalması;

Ceza Yargılaması 

Savcılık teşkilatının organizasyonu ile ilgili yapısal problemler,

Ceza davaların katılma ya da katılmamama yönündeki kararlar,

Tanıkların hazır bulundurulamaması,

Ceza davasının sonuçları açısından hukuk yargılamasına bağımlılık (bekletici mesele);

İdari Yargılamalar 

Yargısal olmayan makamlara atfedilecek gecikmeler.

4. Rapor ayrıca uzun yargılama sürelerine karşı geliştirilen milli çözüm yollarını da içermektedir. Her ne kadar bu rapor esas olarak,  ülkeler tarafından AHİM’in ihlal kararları neticesinde geliştirilen ve AHİM tarafından etkin olduğuna karar verilen çözüm yolları ile ilgilense de;  ayrıca, bir takım somut ülke uygulamalarını AHİM tarafından etkin bir çözüm yolu bulunup bulunmaması açısından da incelemektedir.

5. Raporda, yargılama süreleri ile ilgili standartları ve kuralları belirlemek amacıyla AHİM tarafından verilen birçok karar incelenmiştir.  Özellikle de Mahkeme tarafından makul ya da gayrimakul olarak bulunmuş belirli çeşit davalardan en kısa ve en uzun yargılama sürelerine ilişkin göstergeler olabilir mi sorusuna cevap aranmıştır. Her ne kadar şimdiye kadar ki tecrübeler, Mahkemenin, her bir davanın müstakil olarak değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürerek, kesin belirlenmiş kurallar koymada isteksiz davrandığını gösterse de;  geniş sayıda içtihatların incelenmesi ve bunların karşılaştırılması, Mahkemenin yaklaşımına dair faydalı bir gösterge oluşturabilir.

Buna göre aşağıdaki tespitlere ulaşılmıştır:

- Normal davalara (karışık olmayan davalara) ilişkin olarak her bir mahkeme seviyesinde iki yıla kadar toplam yargılama süresi genellikle makul kabul edilmiştir.

Yargılamanın iki yılı aştığı durumlarda AHİM, milli otoritelerin gerekli gayreti gösterip göstermediklerini tespit amacıyla, davayı daha yakından incelemektedir.

- Öncelikli davalarda, Mahkeme genel yaklaşımından ayrılabilir ve dava iki yıldan az sürmüş olsa bile ihlal bulabilir.

- Karışık davalarda, Mahkeme uzun yargılama sürelerine izin verebilir fakat açıkça aşırı olan hareketsiz/eylemsiz olarak geçirilen bekleme zamanlarına özel bir dikkat gösterir. İzin verilen uzun süre nadiren 5 yılı aşar ve neredeyse hiç 8 yıldan fazla değildir. 

- Mahkemenin açıkça uzun yargılamanın varlığına rağmen ihlal bulmadığı tek durum, başvurucunun hareketlerinin bu gecikmeye neden olması durumudur.

6. Aşağıda, yargılama süreleri yönünden analiz edilen dava çeşitlerine dair özet bir genel bir bakış bulacaksınız: 

Bu gözlemler 2006-2011 yılları için geçerlidir.

Makul Sürenin İhlali Kararı Verilenler

Davanın Çeşidi

Konular

Süre

Karar

Ceza Davaları

Muhtelif (Karma)

5 yıldan fazla

İhlal

Hukuk Davaları

Öncelikli Davalar

2 yıldan fazla.     (En az 1 yıl 10 ay)

İhlal

Hukuk Davala

Karmaşık Davalar

8 yıldan fazla

İhlal

İdari Davalar

Öncelikli Davalar

2 yıldan fazla

İhlal

İdari Davalar

Normal, karışık

5 yıldan fazla

İhlal

Makul Sürenin İhlal Edilmediği Kararlar (6. Madde) - Özet

Davanın Çeşidi

Konular

Süre

Karar

Ceza Davaları

Normal Davalar

3 yıl 6 ay [3 derecede geçen toplam zaman(mahkeme, istinaf, Yargıtay)]; 4yıl 3 ay (3 derece+soruşturma aşaması)

İhlal olmadığına

Ceza Davaları

Karmaşık Davalar

8 yıl 5 ay (3 derece+soruşturma aşaması)

İhlal olmadığına

Hukuk Davaları

Basit Davalar

1 yıl 10 ay ilk derecede, 1 yıl 8 ay istinaf, 1 yıl 9 ay temyiz

İhlal olmadığına

Hukuk Davaları

Öncelikli Davalar

1 yıl 7 ay ilk derecede, 1 yıl 9 ay istinaf, 1 yıl 9 ay temyiz

İhlal olmadığına

Yukarıdaki değerler sadece incelenmiş davalarla ilgilidir ve kesin bir kural olarak alınamaz. Fakat yine de genel değerlendirmeler ve analizler yapmak amacıyla faydalı olabilirler.

GİRİŞ

Uluslararası hukukta, 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde adil yargılama hakkı düzenlemiştir fakat burada “makul süre” kavramına açık bir atıf yapılmamıştır. 10.  Madde  “Herkes, haklarının ve ödevlerinin ya da kendisine yöneltilen ve ceza niteliği taşıyan herhangi bir suçlamanın saptanmasında, davanın bağımsız ve tarafsız bir mahkemece, tam bir eşitlikle, adil ve açık olarak görülmesi hakkına sahiptir.” şeklinde düzenleme yapmıştır.

Fakat eşitliğe yapılan referans “makul süre” kavramı ile büsbütün bağlantısız değildir, zira aşırı gecikmeler eşitsizliğin ana kaynağıdır, mesela davanın neticesini beklerken ya da bazen özellikle bu şekilde gecikme peşinde olmak için; mali olarak dayanabilmenin yanında pisikolojik olarak da dayanabilenler ile duruşmadaki herhangi bir gecikmenin dayanılmaz insani ve finansal neticelere yol açtığı kişiler arasında olduğu gibi. Bu çeşit davalarda, süre uzunluğu tek başına daha fazla adaletsizliğin kaynağı olabilir.  

Bu yüzden AİHS’nin 6. maddesi “zaman kavramını 20 yüzyıl mahkeme işlemlerinin içine yerleştirmiş ve adaletin hızlı bir şekilde yönetimi için yeni bir yaklaşım getirmiştir.   Avrupa Mahkemesi ve Komisyonu’da 1990’larda sayıları artan hükümleri vasıtasıyla bu anlayışı içtihatlarına yansıtmıştır. 

4 Kasım 1950 tarihli Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/1. maddesi “Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir. Karar alenî olarak verilir. Ancak, demokratik bir toplum içinde ahlak, kamu düzeni veya ulusal güvenlik yararına, küçüklerin çıkarları veya bir davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde veyahut aleniyetin adil yargılamaya zarar verebileceği kimi özel durumlarda ve mahkemece bunun kaçınılmaz olarak değerlendirildiği ölçüde, duruşma salonu tüm dava süresince veya kısmen basına ve dinleyicilere kapatılabilir.”  şeklindedir.

Sözleşmenin bu ana maddesi AHİM nezdinde adil yargılanma bağlamında birçok dava açılmasına neden olmuştur. Miktar açısından, davaların çoğunluğu yargılamaların makul sürede bitirilmesi ile alakalıdır. Bu, hukuk davaları yanında ceza davaları içinde geçerlidir zira 6. madde “herhangi bir cezai suçlamaya” atıfta bulunmaktadır.

Son olarak Lizbon Anlaşması gereğince Avrupa Birliği Anlaşmalarına eşit bir statü tanınan Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı (Charter)’ın 47 / 2 maddesi de “ yargılama sürelerinin makul olması” gerektiğini hüküm altına almıştır. 52/3 maddesi de “Bu Şartın düzenlediği hakların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tarafından da düzenlenmiş olduğu durumlarda, Şart tarafından düzenlenen hakların AİHS’de düzenlenmiş hakların anlam ve kapsam ile aynı anlamda ve kapsamda olduğunu” hüküm altına almıştır.   

Bu yüzden “bir kişinin davasının makul bir sürede bitirilmesi hakkı” uluslararası ve Avrupa hukukuna dercedilmiş ve gittikçe artar bir şekilde sözleşmeci devletlerin milli mevzuatlarına da dahil olmuştur.

Burada yeri gelmişken Avrupa İnsan hakları Sözleşmesinin 5/3. maddesi ile 6/1. maddesi arasındaki farklılığa işaret etmek gereklidir. Sözleşmenin 5/3. maddesi veya 6/1.maddesi kapsamında ihlal bulan AHİM içtihatları aynı sebeplere dayanıyor gözükebilir, fakat belirli farklılıklar vardır. İlk olarak, 5/3. madde tutuklama ve tutuklu kişinin şartları ile ilgilidir[2] ve ikinci olarak Mahkemenin 10 Kasım 1969 tarihli Stögmüller kararında açıkça belirttiği gibi “5. maddenin şartları ile 6. maddenin içeriği arasında bir karışıklık yoktur. 6. madde, tüm mahkeme prosedürlerinin tüm taraflarına uygulanır ve amacı onları aşırı yargısal gecikmelere karşı korumaktır, ceza konularında özellikle bu madde, suçlanan bir kişiyi kaderi hakkında uzun süre belirsizlik içinde bırakmaktan kaçınmak için dizayn edilmiştir. 5/3. madde, suçlanan ve gözaltına alınan kişilerle ilgilidir.  Bu madde, davaların soruşturulması sırasında bu kişilerle ilgili olarak özel bir gayretin gösterilmesini gerektirir.  Bu açıdan, bu maddede belirtilen makul süre 6. maddede belirtilenden farklılık arz eder.

Kabul etmek gerekir ki, “adil yargılanma hakkı” ve “davasının makul sürede bitirilme hakkı” ülkelerin olağanüstü şartlarda bile hiç bir şekilde istisna koyamayacağı haklar kategorisine girmemektedir.  

AİHS’nin 15. maddesi üye ülkelere “savaş zamanında veya milletin yaşamını tehdit edecek derin acil kamusal hallerde” Sözleşmenin yükümlülüklerinden bağışık tutulabilme yetkisini tanımıştır. Fakat bu kural, 2. (yaşam hakkı), 3. (insanlık dışı ya da alçaltıcı muamelelerin ve işkencenin önlenmesi hakkı) ve 7. (kanunsuz ceza olmaz) maddelerde geçerli değildir.

Bu şekilde dokunulmaz haklar[3] olarak adlandırılan haklar dışındaki Sözleşmede düzenlenmiş haklarda, Devletlerin yukarıda sayılan durumların varlığı halinde muafiyet hakkı vardır. 

Taraflar ayrıca teorik olarak ta olsa bu haklardan (yapılacak feragat AİHM tarafından belirtilen şartları taşıdığı müddetçe) feragat edebilirler. Bu çeşit feragat ister açıkça ya da üstü kapalı olarak yapılsın, kesin olmalı ve özgürce verilmeli ve feragat eden taraf feragat ettikleri hakların niteliği ve kapsamı hakkında bilgilendirilmelidir. Mahkeme Deweer davasında, adil yargılama hakkının boyutlarından biri olan “mahkeme tarafından yargılanma hakkıyla” ilgili olarak “üye ülkelerin kamu düzeni ile ilgili olan bir alanda 6. maddeyi ihlal ettiği iddia edilen herhangi bir karar ya da tedbirinin, özellikle dikkatli bir gözden geçirmeyi gerektirdiğini” belirtmiştir.  (27 Şubat 1980 tarihli Deweer – Belçika kararı)  

Bir kısım yorumcularında ifade ettiği gibi, her ne kadar adil yargılama hakkının bazı unsurlarından feragat etme mümkün olsa bile, diğer boyutlar bu kavramın o kadar içine girmiştir ki, bunların yokluğu halinde adil yargılama gerçekleşmemiş olacaktır. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi birçok kararında, “adaletin yönetiminde aşırı gecikmeler özellikle de hukukun üstünlüğü açısından ciddi bir tehlike oluşturur.” demiştir.[4]

Yargılama süreçlerinin yavaşladığı durumlarda, her zaman için adaletin yok sayılması (gerçekleşmemesi) şeklinde bir tehlike vardır. Zaman geçtikçe bazı yasal menfaatler kötü bir şekilde etkilenebilir, deliller kaybolabilir ve yeni deliller ileri sürülmek zorunda kalınabilir.  Buna ek olarak, usuli manevralara yol açılabilir hatta bazen bunlar teşvik edilebilir, tanıklar dağılabilir ve inanılırlıklarını kaybedebilir ve tarafların iyi niyetinin artık kaldıramayacağı daha fazla masrafa yol açılır.

Fakat zaman, usulüne uygun bir soruşturmanın yürütülmesi, hukuki sorunların açıklığa kavuşturulması, davanın tarafları arasındaki ilişkilerin çözüme bağlanması ve mahkeme için gerekçeli bir karara ulaşması açısından çok önemlidir.  Bu yüzden “makul süre” çok hassas bir konudur.

Göreceğimiz gibi, Mahkeme bu soruna pragmatik bir açıdan yaklaşmıştır. Genel olarak ifade etmek gerekirse Mahkeme, “sürenin, ilgili yargılama aşamalarında akıllıca kullanılıp kullanılmadığını belirlemeye çalışmakta ve eğer gerekliliği ispatlanamamışsa eleştirdiği, hiç bir şey yapmadan beklenen zamanı tespit etmektedir.

Bu rapor, üye ülkelerdeki yargılama süreleri konusunu, özellikle de son zamanlarda verilmiş kararlara atıfta bulunarak, AİHM içtihatları çerçevesinde değerlendirmek için gereklidir.  Bu çeşit kararlarda çalışılması gereken iki konunun olduğu; bunlardan birinin makul ya da makul olmayan şekilde kabul edilecek yargılama süreleri (genel olarak ve özel dava çeşitleri için), ikincisinin ise sürenin makul olmadığına karar verilen davalarda gecikmeye sebebiyet veren temel nedenlerin analizi olduğu” dile getirilmiştir.

Yazar birçok mahkeme kararı ve hükmü ile bir çok eski Komisyon kararını incelemiştir.

Temel kaynak, “6. madde” ve “makul süre” kavramlarının girilmesi suretiyle araştırma yapılmış olan, Mahkemenin HUDOC internet sitesidir.

Ek 9’daki Tablo[5], dava sayılarını açıklamakta ve bu vesileyle, dostane çözüm yoluyla sonuçlananlar da dahil olmak, 1985 ile 2011 (30.11.2011) tarihleri arasında ele alınmış davaları tespit etmektedir. Buradaki rakamlar arama motorunun kullanımı sırasındaki muhtemel hata payını göz önüne alınarak değerlendirilmesi gereken sadece gösterge niteliğinde rakamlardır. Bununla birlikte bu rakamlar istatistiksel olarak doğru görünmektedir. Bu tablo ayrıca her bir ülke için nüfus sayılarını da verir ve her bir Sözleşmesi ülkedeki dilekçe hakkının (mahkemeye şahsi başvuru hakkının) tanındığı tarihleri de içerir. 

Aleyhlerine 100’ün üzerinde ihlal kararı verilen ülkelerle ilgili olarak, 2000-2005 yılları arasında verilen kararlar sistematik olarak okunmuştur. Bu durum Fransa, Yunanistan, İtalya, Polonya, Portekiz ve Türkiye ile ilgilidir.  Ayrıca, CEPEJ, Mahkeme (AHİM) kaleminde ve Bakanlar Komitesinde görevli diğer personel tarafından bildirilen, önceki kararlardan diğer ülkelerle ilgili olanların en önemlileri de incelenmiştir. Rapor, Mahkeme tarafından verilen önem (1., 2., 3. Seviyeler; Büyük Daire Kararı, Pilot karar), doktrin tarafından karara atfedilen önem ve davanın orjinalitesi şeklindeki kriterleri baz almak suretiyle, 1 Ocak 2006 ile 31 Temmuz 2011 tarihleri arasında verilen kararları da rapora dahil etmek adına 15 Aralık 2011 tarihinde yeniden güncellenmiştir.

Bu çalışmalara sırasında, Mahkemenin artık kararlarında gerekçeyi kısa ve öz tutması nedeniyle,  son zamanlardaki kararlarda davalarda gecikmenin sebeplerine daha az ışık tuttuğu tespit edilmiştir.  Çok fazla sayıdaki uzun yargılama iddiasıyla başvurulardan dolayı, Mahkeme, yeni ülkelerin davalarında ya da davanın özel durumunun daha fazla açıklamayı gerektirdiği durumlarda öğretici gerekçelendirme yapmaktan ziyade sadece muhkemleşmiş içtihatlarındaki kriterlere atıf yapmaktadır.

Bu yüzden, Mahkeme tarafından belirlenen ve uygulanan kriterleri tespit etmek adına eski ve yeni Mahkemenin çok önceki kararlarına ve Komisyon kararlarına bakma zorunluluğu vardı. 2006-2011 döneminde ise Mahkemenin metodlarını hatırlamaya imkân veren ve faydalı açıklıklar sağlayan pilot kararların[6] gelişmesine şahit olunmuştur. Avrupa Mahkemesi, sözgelimi, etkin çözüm yollarına ilişkin içtihatlarını onun temel karalarından olan Kudla - Polonya (26 Ekim 2000) kararından sonra güçlendirmiştir.

Baştan vurgulanmalıdır ki, istatistikler tek başlarına her bir ülkenin gerçek durumunu yansıtamayabilecekleri için dikkatli bir şekilde değerlendirilmelidir.  Mahkemenin uzun yargılama süresi tespit ettiği çok az sayıda davanın olduğu, fakat bu durumun bu ülkelerdeki mahkemelerin özellikle gayretli oldukları sonucuna ulaştırmayacağı ülkeler vardır.

Bazı durumlarda, problemler daha erken aşamalarda ortaya çıkabilir ve mahkemeye ulaşma hakkıyla ilişkili olabilir. Vatandaşlar maruz kalınan masraflar dolayısıyla ya da alternatif çözüm usullerinin teşvik edilmiş olması ya da bunların daha etkin olması dolayısıyla, mahkemelere sınırlı bir şekilde başvuruyor olabilirler. Aynı şekilde AHİM’e başvuruyla ilgili olarak, bir kısım ülkeler, bu çeşit başvuruları düzenleyen yasal uygulamalara sahipken ki bu durum önemli miktarda dava sayısına ve oran olarak daha yüksek sayıda ihlal kararına neden olmaktadır;  bazı ülkelerde ise AHİM’e başvuru konusunda az bir bilinç olabilir. 

Ek olarak, çok hızlı yargılamalar, her zaman iyi bir adaleti netice vermez. Hızın, savunma haklarının önüne geçtiği durumlarda, bazı hızlandırılmış süreçler adaletin kalitesi üzerinde zarara yol açabilir. Avrupa Mahkemesi her zaman adaletin kaliteli uygulanması ilkesinin makul süre kavramının ötesini de içerdiğini[7] ve daha uzun fakat daha adil yargılamalar yapılmasının gerekebileceğini belirtmektedir. 

İncelemenin kapsamı, Yazarın, önemli miktarda davayı inceleyerek, Mahkemenin belirli çeşit davalarda ihlal kabul etmeyeceği en uzun yargılama sürelerine veya diğer yandan ihlal bulacağı en kısa yargılama sürelerine dair bir kural koyup koymadığını netleştirmesini de gerektirmiştir.

Burada bu raporda kullanılan metodoloji hakkında birkaç yorum yapmak gerekecektir.

 Yaklaşık 30 yıl kadar önce, bu konudaki bir iç tartışmadan sonra Mahkeme, hangi sürenin standart bir yargılama süresi olduğuna dair yasal kurallar belirlemeyi reddetti. Mahkeme, kendisinin pratik yaklaşımına ve her bir davanın spesifik şartlarına göre belirlenmiş kriterlerine ağırlık vermek şeklindeki sorumluluklarına sadık kaldı ve hiçbir zaman, örneğin bir mahkemenin Strasbourg mahkemesinden herhangi bir ihlal kararına maruz kalmamak için bir boşanma davasını ne kadar sürede bitirmesi gerektiği gibi, açık ve tam kurallar koymadı. Bu duruş 1998 reform sürecinden beri değişmedi.

Fakat görünmektedir ki, her bir mahkeme aşaması için 2 yıl, şüphelerin ortaya çıkabileceği ve Mahkemenin davanın şartlarına özel bir önem göstereceği zaman sınırıdır. Dikkati çeker şekilde zaman geçtiğine kanaat getirdiğinde AHİM genellikle, “Mahkeme Temyiz mahkemesinin kararı, davanın kendi önüne getirilmesinden itibaren 7 yıl 3 ayda fazla bir zamanda verdiğini ve ilk bakışta, bu şekilde bir zaman aralığının tek dereceli bir mahkeme için makul görülmediğini ve bu yüzden Sözleşemenin 6. maddesi kapsamında daha yakından incelemeyi gerektirdiğini not eder.”[8] şeklinde; alternatif olarak da “ suçlamaların herhangi bir belirlemesi yapılmaksızın açıklanmasından itibaren 7 yılın geçmiş olması ve sanığın cezalandırılmasına ya da beraatına dair bir kararın verilmemiş olması, birçok davada 6. maddede belirtilen makul süreyi aştığı kabul edilmesi gereken istisnai uzunlukta bir süreyi açık olarak göstermektedir.”[9] şeklinde ifadeler kullanmaktadır.

Yazar, Komisyona uygun materyaller sağlayabilmek için, yargılama süreleri ile Mahkemenin kararlarının karşılaştırmasına imkân veren ortak özellikleri gösteren dava çeşitleri tabloları oluşturmuştur. 

Bu tablolar:

- Öncelikli davalara ilişkin tablo- Başvurucu için söz konusu olan şey açısından. Bir mahkeme başkanının bakış açısıyla bunlar “öncelikli” davalar olarak sınıflandırılabilir. Dava akışını yönetebilme açısından, bu özel örnekler diğer davalardan (sonuçlar için zaman faktörünün daha az önemli olduğu davalardan) daha hızlı bir şekilde ele alınmalıdır. (Ek 2)[10]

- İhlal bulunan ve bulunmayanları içeren karmaşık davalara ilişkin iki tablo (Ek 3)[11]

Bu davalar, başvurucun ya da yetkililerin davranışları gibi başka açılardan eleştirilebilir olmadıkça, AHİM’in daha uzun yargılama süresini kabul edebileceği zor davalar olarak belirlenmiştir.

Raporun son haline, normal içeriğe sahip davaların sürelerinin karşılaştırmasına imkan sağlayan karışık olmayan davaların tablosu eklenmiştir. (Ek 4)[12]

Bir yandan, Mahkemenin daha fazla hızı gerektirdiğini düşündüğü ve bir diğer yandan davadaki zorluğun belirli orandaki uzunluğu mazur görebileceğine dair kabulü de içeren bu tablolar, yargılama sürelerinin ne kadar değişebileceğini gösteren bir dava çeşitliliği sunmaktadır.

 Rapor iki bölümdür.

- İlk bölüm, makul sürenin geçip geçmediğini belirlemek için AHİM’in belirlediği kriterleri ele alır.

- İkinci bölüm ise, Mahkeme kararlarından, Komisyon kararlarından ve Bakanlar Komitesi kararlarından ortaya çıktığı şekliyle davalarda gecikmelerin nedenleri ile ilgilenir ve tablo şeklinde yargılama sürelerine bir bakış imkânı sunar.

 

1. BÖLÜM

AİHS’nin 6. Maddesi Anlamında “makul sürenin” Belirlenmesi Adına Mahkemenin Kriterleri:

Giriş notu: İç Hukuk Yollarının Tüketilmesi

A. Etkin Bir Çözüm Yolunun Mevcudiyeti

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, insan haklarını koruma alanında milli düzenlemeleri tamamlamak için oluşturulmuştur.  Mahkemenin 7 Eylül 1976 tarihli Handyside kararında belirttiği gibi; “Sözleşme tarafından kurulan mekanizma insan haklarını koruyan milli düzenlemelere göre ikincil durumdadır.” Onun ikincil derecede olma özelliğinden dolayı Sözleşmenin 35. Maddesi iç başvuru yollarının (temyiz yollarının, telafi yollarının ) tüketilmiş olmasını şart koşmaktadır.

Bu yüzden AHİM tarafından başvurunun kabul edilmesi için, “makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğinin” başvurucu tarafından ilk önce milli mahkemede ileri sürülmesi gereklidir. Mahkeme bu şartı, başvurucunun iç hukukta makul olarak başvurması beklenen tüm çözüm yollarını kullanması fakat onu herhangi bir başarı şansı olmayan temyiz yollarına başvurmaya zorlamamak suretiyle esnek bir şekilde uygulamaktadır

Mahkeme üye ülkelerin iç hukuklarında “etkin bir çözüm yolunun” varlığını şu ifadelerle doğrulamaktadır. “Sözleşmenin 35. maddesi anlamında, teoride ve uygulamada etkin olan ve iddia olunan ihlali çözmesi de mümkün olan, uygun ve kullanılabilen bir çözüm yolunun varlığını ispat etme görevi Devletlerin sorumluluğundadır. Bu çeşit çareler uygulamada ve teoride yeterli bir netlikte mevcut olmalıdır. (Ayrıca bkz 18 Aralık 2008 tarihli Ziabreva – Rusya kararı §§ 15, 16).

Yargısal gecikmeleri tazmin etmek veya bir yaptırım uygulamak için etkin bir çözüm yolu olmadığı durumlarda, dava iç hukukta özellikle de istinaf ya da temyiz aşamasında devam ediyor olsa bile, Mahkeme, başvurucunun kendisine başvurarak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürebileceği kanaatindedir.[13]  

Mahkeme 16 Haziran 2009 tarihli Daddi- İtalya kararında “iç hukuk yollarının tüketilmesi kuralının, ikinci derecelilik kuralının bir gereği olarak üye ülkelerin AHİM’e başvurudan önce kendilerine yöneltilen ihlal iddialarını engellemesi ya da çözüm imkânı tanınması için ortaya konulduğunu hatırlatmıştır.[14]  Böylelikle Mahkeme “Bu Sözleşme’de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, söz konusu ihlal resmi bir hizmetin ifası için davranan kişiler tarafından gerçekleştirilmiş olsa dahi, ulusal bir merci önünde etkili bir yola başvurma hakkına sahiptir.” şeklinde düzenlenen Sözleşmenin 13. Maddesinden faydalanmaktadır.

Makul süre şartına daha etkin bir uyumluluğu garanti altına almak için Avrupa Mahkemesi, 26 Ekim 2000 tarihli Kudla – Polonya kararıyla kendi içtihadını değiştirmiş ve “Sözleşmenin 13. Maddesi, 6. maddede yer alan haklardan farklı garantiler sağlamaktadır ki bu durum Devletlerin makul sürede yargılanma hakkını garanti altına almalarını temin amacıyla iç hukukta (AHİM’e başvurmadan) etkin bir çözüm sistemi oluşturmalarını teşvik etmek için, eğer gerekli olursa,  ayrı bir ihlale de konu edilebilir.”  görüşünü açıklamıştır.

6. madde önceleri 13. maddeyle karşılaştırıldığında lex specialis (özel yasa – genel yasa ilişkisindeki özel yasaya öncelik verme gibi) olarak kabul edilmiştir ve mahkeme 6. madde ihlali bulduğu davaları bir de 13. madde yönünden incelemekten kaçınmıştır.

Ancak, “bu alandaki gittikçe artan ihlaller, Mahkemenin dava taraflarının adaletin yönetiminde aşırı gecikmelere karşı iç hukuk yoluna başvuramadıkları durumlarda, hukukun üstünlüğü ile ilgili olarak milli yasal düzenler içinde mevcut bulunan önemli tehlikeye, daha fazla dikkat etmesine yol açmıştır. 

AİHS’nin oluşturma çalışmalarına atıf yaparak, Mahkeme “İç hukuk yollarının tüketilmesi kuralını koyan 35/1. maddenin amacının, Sözleşmeci devletlere kendilerine karşı ileri sürülen ihlal iddialarını, bu iddialar AHİM önünde dile getirilmesinden önce, engelleme ya da telafi etme imkânı sunmaktadır.”[15] demiştir.

Mahkeme, bu önemli içtihatla birlikte Ülkelere ikili anlamda bir yaptırım amaçlamaktadır ve böylelikle Sözleşmeci devletleri, yargısal olabileceği gibi idari de olabilecek olan, yasallık ve uygulama açısından etkin bir çözüm yolu vasıtasıyla, dava taraflarına uzun yargılama sürelerine karşı şikâyet etmelerine izin veren milli prosedürler oluşturmaya davet etmektedir.

Ek olarak, 11 Eylül 2002 tarihli Mifsud - Fransa kararında Mahkeme, bu çeşit bir çözümün sadece yargısal süreçleri hızlandırmaya yarayan çareler değil, bunun yanında tazmini çözüm yolları da olabileceğini belirtmiş ve “sadece tazmini çözümün, başlamış bulunan yargısal prosedürü hızlandırmak için kullanılamayacağı gerçeği her zaman doğru değildir.  Mahkeme, bu bağlamda davanın tarafları için uzun yargılamaya ilişkin olarak iç hukukta başvurulabilecekleri yolların varlığını, eğer bu yollar iddia edilen ihlali engellerse ya da devamını engellerse veya gerçekleşmiş bir ihlale karşı tazminat öngörürse, 13. maddenin anlamı dahilinde yeterli olduğunu tekrar eder.” şeklinde görüş açıklamıştır.  

13. madde bu yüzden bir opsiyon sunar, yani bu çözüm yolları eğer ilgili mahkemeyi daha erken karar almaya zorlarsa ya da gerçekleşmiş olan gecikmeye karşı davanın tarafı için bir tazminat öngörürse etkindir. (Kudla kararı, § 159). Mahkemeye göre, 13. Maddeyle 35/1 madde arasındaki yakın ilişki karşısında (Kudla kararı, § 152), aynı etkililik ölçütü zorunlu olarak 35. maddedeki ile aynı anlamda iç hukuk yollarına da uygulanır.

Hepsinden önemlisi, yukarıda bahsedilen Mifsud - Fransa kararında ve daha sonraki 9 Temmuz 2002 tarihli Nouhad - Fransa kararında, Mahkeme iç hukukta var olan tazmini çözüm yolunun tüketilmemiş olmasının, bir başvurunun iç hukuk yolunun tüketilmemesi nedeniyle reddi için yeterli olduğuna karar vermiştir.[16] 

Mahkeme böylece devletlere ya uzun yargılamadan dolayı oluşan zararın tazmini ya da başvurucunun talebi üzerine süreci hızlandırma şeklinde 2 seçenek sunmaktadır.  Bu raporun ikinci bölümünde çok geniş çeşitlilikte çözüm yollarının var olduğunu göreceğiz. Ancak, Mahkeme sürekli olarak “en etkin çözümün” yargısal süreçleri hızlandırma amacında olan çözümler olduğunu belirtir “çünkü, bu çeşit çözüm yolu aynı süreçlerle ilgili devamlı ihlalleri engeller ve sadece son gecikmeyi telafi etmez ….” (29 Mart 2006 tarihli Scordino v. İtalya Büyük Daire kararı 183 ve 184). 

Fakat yukarıda ifade edildiği gibi, sadece gerçekte var olan ve sonuç alıcı çözüm yolları mevcut olması gereklidir. Bu durum, bu çeşit çözümlerin etkin ve makul sürede sağlanması gerekliliğini ortaya koyar ve bu yüzden de Mahkeme tarafından da gözlemlenir.

B. Çözümün Etkinliğinin Kanıtlanması

Mahkemeye göre, her bir başvuru konusunda, söz konusu olan çözüm yolunun etkin olduğunun ispat külfiyeti Devlete aittir: Devlet, yeni bir içtihat üreterek buna göre Mahkemenin görüşünü değiştirebilir.  Bu ayrıca, etkin çözüm yolunun başta var farzedilemeyeceğini ve bu durumun Strasbourg mahkemesince yeniden değerlendirileceği anlamına gelir. Portekiz örneğinde, Mahkeme başvuruyu kabul edilemez bulduğu 27 Mart 2003 tarihli Paulino Tomas - Portekiz kararında, ilk defa 21 Kasım 1967 tarihli devletin sözleşme üzeri (ektra kontrakt) sorumluluğuna dair yasama organı kararnamesinin yargılama süreleri ile mücadele eden etkin bir araç olduğunu değerlendirmiştir.  Bu zamana kadar Komisyon bu kararname temelinde ileri sürülen iddiaları devamlı olarak reddetmiştir ( bkz 5 Mart 1990 tarihli Gama da Costa v. Portekiz kararı). Çünkü bu çeşit uygulamanın muhtemelen başarılı olacağını gösteren bir içtihat yoktu.  Fakat Yüksek Mahkemenin uygulamasını değiştirdiği 15 Ekim 1998 tarihli Pires Neno kararını takiben Komite, “Ekim 1999’dan itibaren bu çözüm yolunun Sözleşmenin 35. maddesinin amacına uygun olarak, mümkün ve tüketilmesi gerekli bir iç hukuk yolu olduğuna dair yeterli bir yasal belirginliği elde ettiğini” belirtti.

Ceza alanında bir başka Portekiz kararında, Mahkeme Ceza Usul Kanununun 108. ve 109. maddeleri gereğince yargılamayı hızlandırmak için bir karar alınmasının, herhangi bir başvurunun ön şartı ve tüketilmesi gereken bir çözüm yolu olduğuna karar vermiştir. (29 Nisan 2004 tarihli Moreira Barbosa kabul edilebilirlik kararı).[17] Mahkeme bu davada başvurucunun bu hakkı başarısız bir şekilde kullandığını ve amacı pratikte aynı olan 1967 tarihli kararname ışığında sözleşme dışı sorumluluk kapsamında ikinci bir işlem yapmak zorunda bırakıldığını tespit etmiş ve bu yüzden Hükümetin iç çözüm yolunun tüketilmediğine dair iddiasını reddetmiştir.[18]

İtalyadaki durum Mahkemenin devam eden gözlemlemesinin niteliğine güzel bir örnektir. İtalya’da 24 Mart 2001 tarihli “Pinto” Kanunu aşırı şekilde uzun süren yargılamalar için tazmini niteliğinde bir çözüm yolu oluşturdu. Mahkeme 6 Eylül tarihli Brusco - İtalya kararında, belirtilen yasanın yürürülüğe girmesinden önce yapılan başvuruyu, başvurucuyu böyle bir yasanın varlığından haberdar ettikten ve O’nu milli mahkemeler başvurmaya davet ettikten sonra,  kabul edilemez bulmuştur. (Pinto yasası kapsamında kabul edilemezlik kararı verilen son örnek için bkz 16 Haziran 2009 tarihli Daddi - İtalya kararı).

2004’ten önce Mahkeme “makul sürede yargılanma” hakkının ihlalinden dolayı İtalya aleyhine çok sıklıkla karar veriyordu. Fakat farklı gelişme 2004’ten beri dikkati çekmektedir. Bununla birlikte, bazı yeni ihlaller vardır. (bkz Ek, 2006 – 2011 yılları arasında İtalya’da tespit edilen zigzag değişiklikleri). 2006 yılında 29 Mart 2006 tarihli Scordino kararını[19] (Numara 1) da içine alan bazı Büyük Daire kararlarında, Mahkeme İtalya milli mahkemeleri tarafından Pinto yasası çerçevesinde tazminat verilmiş yüzlerce davayı tekrar önünde bulmuş ve İtalya’yı Pinto yasası kapsamında oluşturulan tazmini çözüm yolunun gerçekten “etkin” olması için gerekli tedbirleri almaya davet etmiştir. Bu çözüm yolunun uygulanması, esas olarak verilen tazminatın miktarı ve bunun devamında artan aşırı uzun yargılama süreleri dolayısıyla yetersiz farz edilmiştir. Avrupa Mahkemesi esaslı kararlarında “etkin” çözüm yolunun ya süreci hızlandırmasını ya da davanın tarafına uygun bir tazminat vermesi gerektiğini vurgulamıştır. İkinci durumda çözüm yolunun kendisinin de makul sürede gerçekleşmesi gereklidir ve Mahkeme çözüm yolunun etkinliğini değerlendirme konusunda daha da sert olmaktadır. Mesela, tazmini çözüm yolu kapsamında alınan bir kararın uygulanmasına dair zaman sınırının “bu kararın uygulanabilir hale gelmesinden itibaren genel olarak 6 ayı aşmaması gerektiğini” belirtmiştir (§ 198). Ek olarak,  milli mahkemelerin zararın varlığını tespit için ve gerekli tazminatı belirlemek için en uygun yerler olduğu ve aşırı uzun yargılama süresi maddi olmayan bir zarara sebebiyet verdiği ve ek olarak belirlenecek tazminatın miktarı iç çözüm yolunun etkinliği ve özelliğine bağlı olduğu gerçeklerine rağmen;  tazminat miktarı Mahkemenin belirlediği miktarla karşılaştırıldığında gayri makul olmamalıdır. (Mahkeme, bu bağlamda verilen tazminatın kendisinin genellikle verdiğinin %10’u kadarını oluşturduğunu belirtmiştir. § 214[20]

Bu yüzden tazmini çözüm yolları kendisi etkin, uygun ve ulaşılabilir çözümler oluşturmalıdır. Avrupa Mahkemesinin görüşünde, bu çeşit çözümler ayrıca, yeterli miktarda tazminat içermelidir. Mahkeme bu nitelikleri dikkatli bir şekilde gözlemlemektedir. (örn bkz 3 Temmuz 2008 tarihli Vidas - Hırvatistan kararı) Avrupa içtihadınagöre, çözümün yeterliliği bunu ele almak için geçen uzun zamandan veya verilen tazminatın Mahkemenin benzer durumlar için öngördüğü tazminatlardan çok düşük miktarda kalmasından etkilenebilir.

Avrupa mahkemesi buna göre tazminatın etkinliğini şu kriterlere göre değerlendirmektedir:

Bu çeşit doğrulama son kararlardan olan 24 Eylül 2009 tarihli Sartory - Fransa kararında kullanılmıştır. Davanın konusu bir memurun tayinini iptal etmek için uygulanan ve aşırı bulunmuş olan 6 yıl süren bir prosedür ile ilgilidir. Mahkeme tazminat sürecinin sonuçlarını ve süresini gözden geçirmiştir: Buna göre prosedür 2002’de başlatılmış, Danıştay’a 2006 yılında gönderilmiş ve 2007 yılında 3000 Euroluk tazminatla neticelendirilmiştir. Mahkeme, esas prosedürlerin ve İdari Hukuk yasasının R 311-1 maddesi kapsamında başlatılan tazminat prosedürlerinin uzunluğu nedeniyle verilen bu tazminat miktarının yetersiz olduğuna hükmetmiş ve 6/1 maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir. Bu durum başvurucunun, Sözleşmenin 34. Maddesi kapsamında mağdur olduğu iddiasını ileri sürebilmesine imkân tanımıştır, çünkü ödeme uygun değildi ve yetersizdi, bunun yanında idari süreçlerin makul sürelerde olması kuralı da ihlal edilmişti.[21]

Bu yüzden tazminatın miktarı, çözüm yolunun uygunluğunu ve etkinliğini tanımlamada esaslı bir faktördür. Bununla birlikte bu miktar ayrıca iç çözüm yolunun bir bütün olarak etkinliğine ve niteliğine de bağlıdır. Prosedürleri hızlandırmak için ve tazmini çözüm için olanlar da dahil olmak üzere ülkenin yasal geleneği ve yaşam standartları ile uyum içinde çeşitli çözüm yolları oluşturan bir devlet, hızlı gerekçeli ve çabuk bir şekilde uygulanan kararlar oluşturlar ve makul tazminat miktarları (bunlar Avrupa mahkemesi tarafından belirlenen miktarlardan düşük olsa bile) belirlerler.[22]

Milli mahkemeler, bu yüzden ülke çapında diğer tazminat türleri için verilen miktarlara bakar ve vicdani kanaatlerine dayanmak suretiyle bir tazminat miktarı belirlerler.  (Bu şekilde davranmak, Avrupa mahkemesinin benzer davalar için verdiği tazminatlardan daha düşük tazminatları netice verse bile) (bkz 29 Mart 2006 tarihli Apicella - İtalya kararı, §§ 78, 94 and 95).

Mahkemenin içtihadı, daha önce belirttiğimiz gibi, maddi olmayan zarara ilişkin bir önkabulüyerleştirerek ve tazminat konusunu ele alan mahkemenin aksine bir karar aldığında bunun özel sebeplerini açıklamasını zorunlu kılarak, Devletlerin, yargı sistemlerindeki uzun yargılama süreleri kapsamında sorumluluğunu genelleştirme eğilimindedir. (bkz 15 Ocak 2009 tarihli Burdov -. Russia (No. 2) Büyük Daire kararı, § 111) (bkz. yukarıda bahsedilen Apicella - İtalya kararı, § 94).

Ancak belirtilmelidir ki, tazminat her zaman parasal olmak zorunda değildir. Devletler süreçlerini hızlandırmak veya gecikmenin sonuçlarını tazmin etmek için çok değişik telafi yolları geliştirmişlerdir.[23]

Tazminat başvurucunun maruz kaldığı bazı yargılama masraflarının, cezaların ya da zararların azaltılması şeklinde de uygulanabilir.[24] Bununla birlikte AHİM “sadece başvurucu lehine olan bir kararın ya da tedbirin, milli otoriteler Sözleşmenin ihlalini açıkça ya da esaslı bir şekilde kabul etmedikçe ve daha sonra bunu telafi etmek için gerekli tedbirleri almadıkça, prensipte onun zarar gören olma statüsünü ortadan kaldırmak için yeterli olmayacağını” belirtmiştir. (29 Mart 2006 tarihli Riccardo Pizzati – İtalya Büyük Daire kararı, § 70).

Venedik Komisyonu raporu “ceza davalarında,  özel tazmini telafi yollarının var olduğunu belirtmiştir: Soruşturmaya devam etmeme, cezanın hafifletilmesi ya da azaltılması, beraat, daha düşük dereceli para cezasının belirlenmesi ve medeni ve siyasi haklardan mahrum bırakmama gibi.  Fakat bunlar bazı davalarda adaletsizliğe neden olabilir. Beraat ve yargılamaya devam etmeme sadece istisnai durumlarda uygulanmalıdır. Hakimin yargılamanın süresini değerlendirirken kullandığı motivasyon, davanın süresi ile cezanın değerlendirilmesi arasındaki bağlantı, açıkça belirtilmelidir ve eğer yargılama süresi makul olsa idi hangi cezanın uygulanabileceğinin gösterilmesi de uygun olacaktır.[25] 

Buna ek olarak Avrupa Mahkemesi son içtihatlarında, “makul sürede yargılanma hakkı ihlallerinin tazmini için” uygun olarak nitelendirdiği tedbir çeşitlerini net olarak ve hatta bazen çok ayrıntılı bir şekilde tanımlamıştır. 6 Mart 2007 tarihli Yakışan - Türkiye davasında, neredeyse 13 yıl süren ve Avrupa Mahkemesince hüküm kurulduğunda halen derdest olan ceza yargılamasının süresine ve 11 yıl 7 ay olan ve Avrupa Mahkemesince hüküm kurulduğunda halen devam eden tutukluluk süresine ilişkin olarak, Mahkeme Sözleşmenin 5/3 ve 6. Maddelerinin ihlal edildiğine karar vermiş ve 41. Madde uyarınca, “mevcut bulunan ihlali çözüme kavuşturmak için uygun araçların, adaletin doğru tatbiki zorunluluğunu da dikkate alarak, yargılama sürecini mümkün olan en hızlı bir şekilde bitirmek ya da yargılama süresince 5/3 madde de belirtildiği gibi başvurucunun tahliye edilmesi olduğunu” anlamına gelen özel bir fıkra eklemiştir.

Fakat 25 Eylül 2007 tarihli De Clerk - Belçika kararında, Mahkeme bu yaklaşımını sınırlandırmıştır. Bu davada başvurucular Mahkemeden, Sözleşmenin 46 maddesi kapsamında, cezai soruşturmanın makul sürede olması gerekçesiyle kendilerine karşı başlatılan kamu işleminin sonlandırılmasını dair karar vermesini talep etmişlerdir. Mahkeme bu başvuruyu “ yasaya uygun olarak başlatılan bir cezai soruşturmanın sonlandırılması için bağımsız yargı organlarına talimat veremeyeceğini” belirterek reddetmiştir. 

I. GERÇEKLEŞMİŞ ZAMANIN DEĞERLENDİRİLMESİ İÇİN KULLANILAN YERLEŞMİŞ KRİTERLER

Makul Sürenin Tanımı ve Avrupa Mahkemesi Tarafından Kullanılan Metodların Sergilenmesi:

Mahkeme genel olarak şu cümleleri kullanmaktadır: “Yargılama sürelerinin makullüğü, mevcut davanın şartları temelinde ve Mahkemenin içtihatlarında oluşturulan kriterleri özellikle de davanın karmaşıklığı, başvurucunun davranışları ve ilgili otoritelerin davranışları dikkate alınarak değerlendirilecektir”

27 Haziran 1968 tarihli Neumeister kararından beri, bu üç kriter Mahkeme tarafından hem ceza davalarında hem de hukuk davalarında devamlı bir şekilde uygulanmıştır. 28 Haziran 1978 tarihli Köning kararı bir başka kriter daha eklemiştir, o da “başvurunun konusudur” (başvurucu için söz konusu olan şeydir).[26]

Bu kriterleri oluşturarak Mahkeme, kendi uygulamalarındaki yaklaşımı ile uyumlu bir genel değerlendirme yapmaktadır. (bkz.aşağıda bölüm E). Mahkemenin genel değerlendirmeleri, “tek başlarına ele alındıklarında makul sayılacak sürelerin, toplu olarak ele alındığında gayri makul olacağını” göstermiştir.  Pratik değerlendirmeler, dava süresinin makul olup olmadığını değerlendirebilmek için  “davanın spesifik şartlarının” incelenmesini gerektirir. (28 Haziran 1978 tarihli Köning - Almanya kararı)

A – Davanın Karmaşıklığı

Davanın karmaşıklığı uzayıp giden davaları makul gösterebilir. Bu çeşit bir karmaşıklık ya davada uygulanacak olan yasal kurallarla ya da davanın gerçekleriyle ilgili olabilir.

Yasal kuralları söz konusu olduğu zaman, karışıklık “yasalardaki değişiklik, devletin pazar ekonomisine geçişi, adli ve idari süreçler arasındaki karşılıklı geçişgenlik (sözgelimi Avusturya ve Fransa’da engelli işçilerin işten çıkarılması), ceza davasının sonucunun hukuk davası yönünden bekletici mesele yapılması[27], birkaç davanın birleşmesi, şahıslarla toplum menfaatleri arasında çözüm bulma, davada birden fazla sanığın bulunması vb. gibi” birçok sebebe dayanabilir.

Davanın kendi gerçeklerinden kaynaklanan karışıklık ise; “davada birçok tanıkla görüşmenin gerekliliğinden, tanıkların bulunması ( 22 Aralık 2004 tarihli Mitev - Bulgaristan kararı), davadaki delillerin toplanmasında ve davadaki gerçeklerin oluşturulmasında bitmek bilmeyen süreçler (25 Mart 2004 tarihli Akçakale - Türkiye kararı) veya tam tersi bir şekilde ceza davasında hiç tanık yokluğu 17 Nisan 1991 tarihli Jean-Claude Boddaert - Belçika kararı) gibi” birçok sebepten kaynaklanmış olabilir.

Karmaşıklığa yol açan diğer faktörler: “Uzman bilirkişinin kullanılması ya da belgelerin tercümesi[28] veya tercüman çağrılması gibi faktörlerdir. 

Birtakım davalar da hem olgusal hem de yasal sebeplerden dolayı karmaşık olabilir. (mesela 20 yıldan sonra, başvurucunun 14 Eylül 1971 tarihinde iflas halinde bulunup bulunmadığı ve böyle değilse o zamanki mal varlığının durumunun öğrenme zorunluluğu gibi)[29]

Mahkeme ayrıca, bazı davaları, yapısından dolayı karışık olarak değerlendirmektedir. Bu davalara, tapu, istimlak, sahtecilik davaları ve uluslararası mali suçlar örnek olarak gösterilebilir.

Örneğin 30 Ekim 1991 tarihli tapulama ile ilgili Wiesinger - Avusturya davasında, Mahkeme “AHİM süreçlerinin bütün katılımcılarında olduğu gibi, tapulama davaları, hem şahısların hem de bütün olarak toplumun menfaatlerini etkileyen, doğası gereği karmaşık davalardır.  (Mahkeme benzer görüşünü Erkner ve Hofauer davalarında da dile getirmiştir.)

 7 Mart 2002 tarihli sahtecilikle ilgili, dünya genelinde 50’den fazla şirkete sahip bir grubun mali yöneticisinin eylemleri ile ilgili olan ve bu şirketlerin 5 yıllık süre zarfındaki hesaplarının incelenmesinin gerektiği Wejrup - Danimarka kararında, davanın karmaşıklığına işaret etmiştir. Mahkeme “ Sahtecilikle ilgili olan ve genellikle birden fazla şüphelinin ortaklığı ile oluşan bir ceza davasının çapı ve karmaşıklığının yargılamanın uzunluğunu mazur gösterebileceğini” belirtmiştir.

18 Ekim 2000 tarihli C.P. ve diğerleri - Fransa ve 22 Mayıs 2008 tarihli Hozee - Hollanda kararlarında, Mahkeme 6/1 maddenin ihlal edilmediği sonucuna varmıştır. Bunlardan ilkinde dava, 7 yıl 9 ay 26 gün sürmüştür.

Yukarıda bahsedilen Hozee davasında AHİM, usuli aşamaları detaylı bir şekilde incelemiş ve birbiri içine girmiş şirketlerin networkünü açığa çıkarmanın ve yetkililerin sahtecilik eylemlerini tespitini engellemek için kasıtlı olarak ve mümkün olduğu kadar zorlaştırılan mali hesapların karmaşıklığına dikkat çekmiştir.  Mahkeme ayrıca, otoritelerin önemli sayıda tanığın tanıklığına başvurmasına ve önemli miktarda materyalin toplaması ve incelenmesine ve başka şüphelilerin katılımıyla artan soruşturmanın çok açık olan karmaşıklığı ve çapına işaret etmiştir. Mahkeme, hiçbir şey yapılmaksızın beklenen bir periyotun mevcut olmadığına ve soruşturma süresinin makul olduğu sonucuna varmıştır.

Elektrikte konulan verginin anayasallığı ile ilgili bir davada; AHİM, Anayasa Mahkemesinin birçok otoritenin gözlemlerini istemek zorunda kalması dolayısıyla, davanın karmaşık olduğunu belirtmiştir.  (27 Temmuz 2000 tarihli Klein - Almanya kararı)

Ancak, davanın karmaşıklığı her zaman uzun yargılama sürelerini haklı çıkarmaya yeterli olmaz. Başka ölçütler devreye girer ve Mahkeme söz konusu olan değişik kriterler ışığında genel bir değerlendirme yapar.

B – Başvurucunun Davranışları

Bu kriter özellikle, açıkça uzun bir yargılama süresi olmasına rağmen, mili otoritelere atfedilebilecek açık bir eylemsizlik olmaması durumunda, ihlal kararı verilmemesini sağlayacak tek kriterdir. Eğer başvurucunun davranışı gecikmenin temel sebebi ise 6. maddenin ihlali söz konusu olmayacaktır. 

Mahkeme buna göre, uzun yargılama süresinin atfedilebilirliği sorununu ele almaktadır. 11 Nisan 2006 tarihli Oberling - Fransa kararında, her ne kadar başvurucu, ilk derece mahkeme aşamasında iddialarını sergilemede yeterince gayretli olmamakla suçlanabilecek olsa da, bu çeşit davranış hiçbir şekilde temyiz aşamasındaki uzun yargılama süresini izah edemez. (mevcut iki dereceli idari davada 6 yıl 2 ayın üzerinde yargılama süresi).

Komisyon, medeni hukuk alanındaki bir kabul edilebilirlik kararında[30], “bir hukuk yargılamasında gerekli olan şey normal bir gayrettir ve ancak açıklanabilir yavaşlıklar gecikmeyi makul hale getirir.” tespitinde bulunmuştur. Bir boşanma davasında 10 yıl olan “makul olmayan yargılama süresinden” ilk başta başvurucunun gayretli olmayan davranışlarının sorumlu olduğunu ifade ederek 6/1 maddenin ihlal edilmediğini ifade etmiştir. 

Mahkeme, bir ceza davasında “6. Maddenin başvurucunun yargısal otoritelerle aktif işbirliğini zorunlu kılmayacağını” belirtmiştir. (15 Temmuz 1982 tarihli Eckle - Federal Almanya kararı § 82)[31] Komisyon gibi, Mahkeme de “ilgili kişinin sadece kendisiyle ilgili usuli prosedürleri yerine getirmede gayret göstermek, geciktirici taktiklerden kaçınmak ve iç hukuk tarafından belirtilen kapsamda yargılamayı kısaltmak adına kendisini hazır tutmak zorunda olduğu; bu amaç dışındaki hususlarda herhangi bir girişimde bulunmak zorunda olmadığı” görüşündedir. ( 7 Temmuz 1989 tarihli Union Alimentaria Sanders SA kararı). Bununla birlikte “başvurucunun davranışı”, davacı devlete atfedilemeyecek ve 6/1.maddede belirtilen makul sürenin aşılıp aşılmadığını belirlemede dikkate alınacak objektif bir gerçek konumundadır. (30 Ekim 1991 tarihli Wiesinger vs Avusturya kararı, § 57).[32]

Ceza davalarında, Mahkeme daima, başvurucunun yargıdan kaçtığı zamanları toplam zamandan çıkarmıştır. Yukarıda bahsedilen Sarı - Türkiye ve Danimarka kararında, Mahkeme başvurucunun kaçtığı 23 Şubat 1990 ve tutuklandığı süre olan 29 Haziran 1992 tarihleri arasındaki 2 yıl 4 ay ve 6 günlük sürenin kendi isteğiyle adaletten kaçmasının kendi sorumluluğunda olduğunu beyan etmiştir. Mahkeme, bir mücbir sebep ya da yasal bir mazeret olmadıkça,  davada hazır bulunma zorunluluğunun mahkeme prosedürleri açısından temel bir unsur olduğunu ve başvurucunun kendi isteğiyle adaletten kaçmasından faydalanmasının söz konusu olamayacağını belirtmiştir.

 Mahkeme ayrıca, başvurucunun yetkili otoritelere adresini bildirmeyerek prosedürü geciktirmesini dikkate almıştır. (22 Aralık 2004 tarihli Mitec - Bulgaristan kararı)

Ancak, Mahkeme mücbir sebep dolayısıyla neden olunan herhangi bir gecikmeyi kapsam dışında bırakır. Örneğin, başvurucunun, kötü sağlık durumu yüzünden yargısal süreç boyunca devamlı hastaneye gitmesinin onun sorumluluğu olarak kabul edilemeyeceğini belirtmiştir. (28 Şubat 2003 Lavens - Litvanya kararı)

Mahkeme 4 Mart 2008 tarihli Jetzen - Luksemburg kararında, 6. Maddenin kişilerin yargısal otoritelerle aktif işbirliğini gerektirmediğini belirtmiştir. Yine onlar iç hukuk tarafından sağlanan tüm kolaylıkları kullanmaları nedeniyle suçlanamazlar.

Başvurucular ancak açıkça kötü niyetli olduklarında gecikmeden sorumlu tutulabilirler.  Mesela, ceza yargılamalarında, Mahkeme iki defa temyize başvuran başvurucunun yargılamayı geciktirmediğini, zira sonuncusunda gecikmenin devlet otoritelerine atfedildiğini, ilk soruşturma hakiminin 18 ay süreyle hiç bir şey yapmaksızın beklediğini belirtmiştir. (11 Şubat 2010 tarihli Malet - Fransa kararı)

İstisnai uzunlukta olan bir İtalyan hukuk davasında (15 yıl süren), Mahkeme Komisyonla aynı fikri paylaşmış ve iki başvurucunun asla davalarının incelenmesini hızlandırmak şeklinde bir davranışta bulunmamış olduklarını, tam aksine devamlı bir erteleme talebinde bulunduklarını belirtmiş (en az 17 adet ertelenmiş duruşma) ve gecikmelerden onların sorumlu olduğunu belirterek 6. Maddenin ihlal edilmediğine karar vermiştir.[33]

Yukarıda da bahsedildiği gibi, başvurucular kendileri için mümkün olan bütün çözümleri kullanmaları dolayısıyla eleştirlemezler. 31 Ocak 2002 tarihli Guerreiro - Portekiz kararında Mahkeme, “başvurucuların iç hukukta kendilerine verilen çözümlerin tam olarak kullanmaları dolayısıyla suçlanamayacaklarını” ifade etmişlerdir. (28 Nisan 1987 tarihli Erkner ve Hofauer - Avusturya kararı § 68). Başvurucunun bazı temyiz itirazları reddedilmişse de 13 Mart 1990 tarihli olanı kısmen başarılı olmuştur.

Mahkeme ayrıca “başvurucu kanunen sağlanmış bir hakkı ileri sürerse, bu kullanım gecikmenin tek sebebi olsa dahi (sözgelimi bilirkişi raporu talebi), bu davranışının eleştirilemeyeceğini” belirtmiştir. (8 Ekim 2009 tarihli Sopp - Almanya kararı, § 35; ve 9 Haziran 2009 tarihli Bendayan Azcantot ve Benalal Bendayan - İspanya kararı § 73).

Mahkeme başvurucunun davranışının neden olabileceği gecikmeleri yakından incelemektedir. AHİM, 16 Aralık 1997 tarihli Proszak - Polonya kararında, sebepsiz itirazları, sadece bir kısmı doktor raporu ile belgelenmiş duruşmaya gelmemeleri, başvurucu ile avukatı arasındaki zayıf işbirliğini ve başvurucunun 3. psikiyatrik incelemede hazır bulunmayı reddetmesini yargılamadaki gecikmelerde önemli etkenler olarak kabul etmiş ve 6. Maddenin ihlal edilmediğine karar vermiştir.

Bir diğer Polonya kararında, yargısal gecikmelerin ana sebebi başvurucunun ve onun suç ortağının davranışı idi ve bunun sonucunda Mahkeme ağırlaştırılmış sahtecilik yargılamasının 6 yıl 1 aylık sürenin makul olduğu sonucuna varmıştır. Mahkeme, başvurucunun doğrulanmamış sağlık mazeretlerine dayanarak duruşmalarda hazır bulunmamasını ve milli mahkeme tarafından duruşmalarda hazır bulunup bulunmayacağını tespit edebilmek için istenilen muayeneye gitmemesini eleştirmiştir.[34]

İki aşamalı bir yargılamada 7 yıl 2 ay süren bir davada ihlal bulunmadı. Bu davayla ilgili AHİM’in analizleri şu şekildedir:  “Başvurucu, hukuki prosedürleri düzenleyen kurallarla yönetilen yargılamalardaki tarafların göstermesi gerekli gayreti sarfetmemiştir, çünkü net olmayan ve tam ispatlanamamış usuli taleplerde bulunmuştur. Milli mahkemeler gelince onlar,  yargılamaların toplam süresinin aşırı olmasına yol açan çok uzun gecikmelerden sorumlu tutulamazlar.”[35]

Fakat unutulmamalıdır ki; mahkemeler, sözgelimi erteleme taleplerine cevap verirken dikkatli bir şekilde davranarak,  davaları düzgün bir şekilde idare ettiklerine, tanıkları dinlediklerine veya bilirkişi raporlarının hazırlanması için süreleri takip ettiklerine emin olmalılar.[36]

C –Yetkili Otoritelerin Davranışları

Mahkemeye göre, yetkili otoritelerin eylemleri tek başına makul süre şartının ihlaline yol açabilir.

1. Milli Otoritelerin, AHİM Tarafından Kabul Edilen Argumanları

Avrupa Mahkemesi mahkemelerde istisnai iş yüküne yol açan bazı hallerin Devletin sorumluluğunu ortadan kaldırabileceğini kabul etmektedir.

 Örneğin, 10 Aralık 1982 tarihli Foti ve diğerleri - İtalya davasında, söz konusu her bir süreci ayrı olarak gözden geçirmeden önce Mahkeme, 1970 ile 1973 yılları  arasında Reggio Calabria’da gerçekleşen ve mevcut dava üzerinde iki önemli etkisi olan problemlerin kapsamına işaret etmiştir. İlk olarak,   bu problemler normal olmayan politik ve sosyal bir iklime yol açmıştı ve bunlardan birinde mahkemeler haklı olarak korkuttu: Bu da acele (hızlı) mahkûmiyetler halinde veya ağır cezalar durumunda tansiyonun tekrar artması ve hatta karışıklıkların tekrarlanması ihtimali idi.   İkinci olarak ta problemler ceza yargısının çalışmaları üzerinde de etkiliydi. Bu çeşit etkiler en çok Reggio Bölge mahkemesinde hissedildi fakat davaların transfer edildiği Potenza mahkemesi de ayrıca istisnai iş terakümü ile karşı karşıyaydı. Mahkeme, “bu şartların dikkate alınması  gerektiğini ve özellikle de  davaların transferinden kaynaklanan zaman aralığının makul kabul edilmesi gerektiği” sonucuna varmıştır.

Buchholz davasında[37] Mahkeme, ekonomik durgunluk nedeniyle, iş davaları istinaf mahkemesinin iş yükünde meydana gelen önemli orandaki artışla ve özellikle de Hamburg mahkemesinde meydana gelen terakümle başa çıkmak için milli otoritelerin gösterdiği gayreti dikkate almıştır.  Yargısal makamların sayısı, dava sayıları artmaya başladığı zaman olan 1974 yılında arttırılmıştır. AHİM ayrıca, ortalama yargılama süreleri düşerken, Hamburg mahkemesinin 1976 ve 1977 yıllarında 1974 ve 1975 yıllarına nazaran daha fazla sayıda davayı ele aldığını ve 1976 yılında, daha önce bir başka Heyet tarafından davaların yarısının gönderildiği 6. Heyetin yeni bir bölüm olarak kurulduğuna dikkati çekmiştir. Son olarak, iş mahkemesine gelen davaları hızlandırmak için Hükümet (daha sonra 1979 yılında Parlementoda kabul edilecek olan) yasal reform için bir teklif sunmuştur. 

Başvuru konusunun başvurucu için önemli olmasına ve söz konusu iş davasının üç dereceli mahkeme sisteminde toplam 4 yıl 9 ay ve 6 gün sürmesine rağmen Mahkeme “usuli aşamaların ve tedbirlerin detaylı bir şekilde incelenmesinden sonra, yargılamanın gecikmesinde etkisi olan davanın şartlarını, özellikle de savunma stratejisini, dikkate aldıktan sonra, Sözleşmenin 6/1 maddesinin ihlal edilmediğine” karar vermiştir.

Bu gerekçelendirme 13 Temmuz 1983 tarihli Zimmerman ve Steiner - İsviçre kararında da tekrar kullanılmış ve onaylanmıştır.  Mahkeme bu kararda “ iş yükündeki geçici birikmenin, Sözleşmeci devletlerin ortaya çıkan bu çeşit istisnai durumla başa çıkmak için çözüme yönelik tedbirleri gerekli hızlılıkla ele aldıkları taktirde, onların sorumluluğunu gerektirmediğini” ifade etmiştir.

Mahkemece, milli otoriteleri uzun yargılamalardaki sorumluluklarından kurtaracak olduğu düşünülen sebepler değişik spesifik faktörden oluşabilir, sözgelimi ceza davalarında uluslararası yardım talebiyle ilgili olanlar gibi. 27 Temmuz 1968 tarihli Neumeister - Avusturya kararında Mahkeme “Avusturya yargısal otoritelerinin, örneğin, yurt dışından bir çok istinabe evrakının infazı sırasında karşılaştıkları zorluklarından dolayı sorumlu tutulmayacaklarını” belirtmiştir.  

Yetkili otoriteler avukat grevlerinin etkilerinden dolayı da sorumlu tutulamazlar, yeter ki onlar bu grevlerin etkilerini tam olarak açıklayabilsinler.[38] Devletler ayrıca ortaya çıkan gecikmeleri azaltmak için ellerinden gelen her şeyi yapmalıdırlar.(22 Ekim 1997 tarihli Papageorgio - Yunanistan kararı)

Bunun gibi AHİM 5 yıl 8 ay süren bir Polonya davasında ihlal olmadığına karar vermiş ve ihlal kararı verilmemesinin sebebinin uluslararası uyuşturucu kaçakçılığı davasının karışık olması yanında, mahkeme tarafından davayı hızlandırmak için alınan çok sayıda tedbirler olduğunu açıklamıştır.   Özellikle Mahkeme, “yerel mahkemenin şüphelilerden biri tarafından yapılan, davanın soruşturma aşamasının tamamlanması için Savcılık makamına geri gönderilmesine, dair talebinin reddini” ve “başvurucunun davasının davada hazır bulunmayan diğer iki şüphelinin davasından ayrılmasına dair kararı” ve “ başvurucu tarafından süreci uzatacak taleplerin çeşitli kereler reddini” dikkate almıştır. Her ne kadar bir kaç duruşma ertelenmişse de, bu durum şeriklere ve tanıkların hazır bulunmamasına isnad edilebilece ve hiçbiri davayı hızlandırma adına mahkemenin başarısızlığı olarak sayılmayacaktır.[39]

2. Milli Otoritelerin, AHİM Tarafından Reddedilen Argumanları

Devletler, bir mahkemenin istisnai olarak dava yoğunluğu ile karşılaştığını iddia ettiklerinde[40], AHİM genellikle 6/1. madde, Sözleşmeci devletlere,  bu maddenin gereklerini, özellikle de makul süre şartı ile ilgili olanı, karşılayabilecek şekilde bir yargı sitemi kurma görevi yükler.  şeklinde ifadelerde bulunur. Bu zorunluluk, gecikmeler milli yargı sistemlerinin yapısından kaynaklanıyor olsa bile, halen uyulması gerekli olarak mevcudiyetini devam ettirir.[41] 

Bütçesel sınırlamalar, Devletin sorumluluklarını ortadan kaldırmaz. (15 Ocak 2009 Burdov - Rusya kararı No:2, §§ 65-69).

Sözleşmeci devletler, yargı sistemlerini makul süre şartına uyumlu hale getirme adına hangi adımları atması gerektiği hususunda seçme hakkına sahiptirler ancak bu tedbirleri almada başarısız olurlarsa, devletler sorumluluğu kabul etmelidirler. Zira bir mahkemedeki dava sayısındaki kronik fazlalığın, yargısal süreçlerin süreleri konusunda geçerli bir mazeret oluşturmayacağı” içtihatla belirlenmiştir.  (bkz, başka kararlar yanında 28 Nisan 2005 tarihli Dumont - Belçika kararı, Fransızca)

Buna ek olarak, “Yasal sistemlerini, mahkemelerinin medeni hak ve sorumlulukların belirlenmesine dair son kararları makul sürede vermelerini garanti altına alacak şekilde dizayn etmek, Sözleşmeci devletlerin sorumluluğundadır”

Bu prensip, Yüksek İdare Mahkemesindeki davanın 4 yıl 11 ay sürdüğü, 24 Haziran 2004 tarihli Vergos - Yunanistan ve Federal Anayasa mahkemesindeki davanın yaklaşık 5 yıl 3 ay sürdüğü, 1 Temmuz 1997 tarihli Paummel - Almanya kararlarında olduğu gibi, yüksek mahkemeler önündeki davalarda  da uygulanmıştır.

Bu kural, çok dereceli mahkemeler söz konusu olduğunda da geçerlidir. Bu gibi durumlarda, yargısal süreçteki eylemsizlikler ister mahkemelerin kronik iş yoğunluğunun sonucunda isterse açık bir personel yetersizliğinden dolayı gerçekleşsin, Devletler bu eylemsiz olarak geçirilen zamandan 6/1. madde kapsamında sorumludurlar.

Davaları araştırmak için harcanılan zaman genellikle ceza yargılamasındaki uzun sürelerin bir nedeni olmaktadır. Karışık olmayan bir davada, ayrı ayrı 4 yıl ve 4 yıl 3 ay olarak süren iki aşamalı bir ceza yargılamasıyla ilgili olarak Mahkeme 6/1. maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir.[42] Yetkililer, tanıkları tespit etmenin zor olduğunu ileri sürmüşlerdir; fakat Mahkeme özellikle hükmün yoklukta verilmesi dolayısıyla bu argümanı kabul etmemiştir.  Mahkeme, “başvurucunun sivil taraf olarak katıldığı şikâyeti araştırmak soruşturmak için harcanan 3 yıllık süreyi, bu sürenin başvurucu üzerindeki mali etkilerini dikkate alarak çok uzun” bulmuştur.

Başvurucunun nitelikli iftira suçundan dolayı soruşturulduğu bir ceza davasında, Mahkeme iki hâkimin uygulamalarını eleştirdikten sonra, 6/1. maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir. Davanın 6 yıl süren toplam süresi ile ilgili olarak, AHİM “bu durum ilk bakışta bu çeşit bir dava için dikkate değer bir zaman dilimidir.” demiş ve davanın her aşamasını inceledikten sonra “14 ve 13 aylık açıklanamayan iki tane bekleme zamanlarının mevcut olduğu soruşturma süreci, karışık olmayan bir dava için aşırıdır” şeklinde hüküm vermiştir.[43]

Hukuk yargılamalarında, AHİM  “hâkimin, araştırmaya ilişkin tedbirleri uygularken ve dosyayı yargılama için gönderme işlemlerinde gecikmelere sebep olduğu tespitini yaptığı, 28 Haziran 1978 tarihli Köning - Almanya davasından beri”, hâkimler için “dava dosyasını makul yargılama süresini garanti altına alacak şekilde ele alması” şeklinde ayrı bir zorunluluk ihdas etmiştir. Mahkeme bu zorunluluğu iki kararında güçlü bir şekilde tekrar etmiştir. 3 Şubat 2009 tarihli Poelmans - Belçika ve Leonardi - Belçika kararlarında Mahkeme “taraflara süreçleri ilerletme yetkisinin verildiği,  taraf inisiyatifi prensibi dahilinde yönetilen hukuk yargılamalarında bile, yargı sistemlerini, makul süre şartına saygı gösterecek şekilde organize etme Devletlerin sorumluluğundadır.” tespitinde bulunmuştur.[44]  Bu yüzden AHİM’in, Hükümetin sanığın davranışlarının velayetin tesisi davasındaki gecikmenin esas sebebi olduğunu iddia ettiği bir kararda açıkladığı gibi (30 ekim 2003 tarihli Costa Ribeiro vs Portekiz kararı); hâkimler, davanın herhangi bir tarafından gelen geciktirmeye yönelik manevraları çözmek için, özellikle de yasa tarafından kendisine verilen yetkileri kullanarak, makul süre yönünden 6. madde ile uyumluluğu gözetmelidir.”

Mahkemenin Fransa ve Almanya ile ilgili içtihatında açıka belirtilmiştir ki, “söz konusu tarafların insiyatif almalarına bağlı olsa bile (bu iki ülkede olduğu gibi), mahkemeler, yargılamaların davanın niteliğinin ve tarafların durumlarının gerektirdiği hızda ve davalar için öngörülmüş zaman sınırları içerisinde yürütülmesini ve 6/1. maddenin şartlarına uymayı garanti altına almak ve gerektiğinde bu kurallara uyulmaması halinde ceza uygulamak için tüm yetkilerini kullanmalıdırlar.”

Mahkeme başvurucunun gecikmeden kötü bir şekilde etkilenmediği şeklindeki argumaları da kabul etmemektedir. Örneğin, 19 Şubat 2004 tarihli Jorge Nina Jorge ve diğerleri - Portekiz kararında (Fransızca), Hükümet, yargılamanın süresinin uzamasının başvurucuları etkilemediğini zira onların zaten söz konusu olan tazminatı aldıklarını iddia etmiştir. Mahkeme “Herhangi bir zarar doğmamış olsa bile Sözleşmenin ihlalinin olası olduğunu, ki bunun hiç bir durumda kesinlikle ispatlanamadığını” belirtmiştir.

Fakat burada belirtmeliyiz ki, 14 numaralı Protokol, 35. maddede belirtilen kabul edilebilirlik kriterlerine bir kriter daha eklemektedir. Mahkeme artık sadece “açıkça yanlış olan ve başvuru hakkının kötüye kullanılması niteliğinde olan başvuruları değil, bunun yanında 1 Haziran 2010 tarihinden itibaren,   “başvurucunun önemli bir eksiklikten dolayı zarar görmediğini” değerlendirdiği  başvuruları da kabul edilemez bulacaktır. Ancak, söz konusu başvurunun Sözleşmede ve Protokollerde belirtilen haklara saygı prensibinin davanın esastan görüşülmesini gerekli kılması  veya zarar hususunun milli mahkemelerce usulüne uygun olarak ele alınmamış olması halinde, AHİM davaya bakmak zorunda kalacaktır.  Mahkeme son zamanlarda, Sözleşmenin 35. maddesinin 3- b paragrafı kapsamında “önemli eksiklik” kavramının, ilk derece mahkemesinde bahis konusu olan paranın miktarı temelinde değil  , “iddia olunan ihlalin başvurucunun durumu üzerindeki etkileri ışığında” taktir edilmesi gerektiğini vurgulamıştır. (14 Aralık 2010 tarihli Holub v.Çek Cumhuriyeti kararı

Önceki Komisyon “savcılar için ulaştıkları sonuçları sunmaları yönünde konulan zaman sınırlarını uzatmaya yönelik iç hukukta düzenleme yapmanın, Devletin sorumluluklarını ortadan kaldırmayacağını ve bu durumda aşırı gecikmelerin meydana geleceğini” belirtmiştir. (6 Kasım 1989 tarihli, Macedo - Portekiz Komisyon kararı, Fransızca)

21 Temmuz 2005 tarihli Desrues -Fransa kararında, Hükümet “askeri eylem neticesi ortaya çıkan psikiyatrik bozuklukların değerlendirilmesi ve sınıflandırılmasına dair kriterler ve kurallar koyan bir kararnamenin yayınlanmasının, bu davaları ele almada gecikmelere neden olacak şekilde,  askeri malulen emeklilik ödemeleri taleplerinde bir patlamaya neden olduğunu iddia etmiştir. Avrupa Mahkemesi, “düzenlemelerde yapılan değişiklikleri takiben meydana gelen başvuru artışlarından kaynaklanan iç hukuktaki gecikmelerin savunma olarak kabul edilmediğini” belirtmiştir. 

Benzer şekilde, Mahkeme Türkiye ile ilgili bir davada “Türk yargı sisteminde, bazı davaları askeri mahkemelerden sivil mahkemelere transfer etme şeklindeki bir reformun, gecikmelere neden olmuş olabileceğini[45] kabul etmiş fakat daha önce Zimmermann ve Steiner davasında dile getirilen hususlara işaret ederek “6/1. maddenin, Sözleşmeci devletlere yargısal sistemlerini onların mahkemelerinin 6. Maddenin, makul sürede yargılamayı da içeren, her bir unsuruna riayet edecek şekilde organize etme görevi yüklediğini” belirtmiştir.(25 Eylül 2001 tarihli Şahiner - Türkiye davası)

 Bazen, bir kısım mahkemelerdeki teraküme ek olarak, gecikmeler yüksek mahkemenin benzer bazı davaları birlikte yürütmek isteğinden de kaynaklanabilir.  Avrupa Mahkemesi, “potansiyel olarak, böyle bir yaklaşımın adaletin doğru tatbiki prensibi açısından kabul edilebileceğini ancak bunun aşırı uzun yargılama sürelerine yol açmaması gerektiğini belirtmiştir. 

22 Eylül 1994 tarihli Hentrich - Fransa kararı bir örnek sunar. Bu davada “Temyiz mahkemesindeki uzun yargılama süresinin, bu mahkemenin benzer konulardan doğan 4 ayrı davayı beraber görme isteğinden kaynaklanmasıyla açıklanabilir, fakat bu durum, Sözleşmenin 6/1 maddesi kapsamında esaslı gecikmeyi masum gösteremeyen bir yaklaşımdır. Dava istinaf aşamasında, mahkemedeki teraküm nedeniyle 4 yıl sürmüştür, temyiz mahkemesinde ise geçirilen süre 2 yıldır.  Üç aşamanın toplamında (ilk derece, istinaf, temyiz ), yargılama 7 yıl 3 ay sürmüş ve Avrupa Mahkemesi bu sürenin, vergi otoritelerinin incelemeleri sırasında mal varlığından mahrum kalan  başvurucu için söz konusu olan şey dikkate alındığında,  makul bulmamıştır.

Daha önce gösterildiği gibi, Mahkeme davaların başvurucular için etkilerini dikkate almıştır.

Hangi tür yargılamalar, AHİM tarafından bu amaç için yeterince önemli olarak görülecektir?

D. Davacı İçin Söz Konusu Olan Şey(Davanın Konusu)[46]

Mahkeme kararlarından, “Mahkemenin hangi durumlarda daha fazla hızın gerektiğini düşündüğü” konusunda tespitler yapılabilir, fakat gösterilmesi gerekli gayretin derecelerine dair gerçek bir hiyerarşik sıralama ortaya konulamaz.  Bu yüzden “söz konusu olan şey” davanın gerçekleri göz önüne alınarak belirlenebilir.

 “Öncelikli davalar”:

·         İş uyuşmazlıkları

AHİM’in, ilgili milli mahkemenin özel bir gayret göstermesi gerektiğini düşündüğü, işten çıkarma, maaş artırımı, başvurucunun mesleğini icrası konularını içeren davalar.

Bağımsız bir mimarla, onun esas müşterisi olan yerel bir otorite arasındaki bir davada, Mahkeme “başvurucunun talep ettiği miktarın başvurucu için ciddi bir miktar teşkil ettiğini ve onun profesyonel faaliyetleri ile ilgili olduğunu dikkate alarak, davaya bakan mahkemenin özel bir gayretinin gerekli olduğunu” belirtmiştir. (23 Nisan 1998 tarihli Doustaly - Fransa kararı)

8 Haziran 2004 tarihli Lechelle - Fransa kararında (Fransızca), Mahkeme “iş uyuşmazlıkları ile ilgili davalar şahısların çalışma durumları için kritik önemde konuları içermektedir ve özel bir hızda çözüme kavuşturulmalıdır” görüşünü tekrar etmiştir.

28 Haziran 1990 tarihli Obermeier - Avusturya, 6 Mayıs 1981 tarihli Buchholz - Almanya ve 31 Mart 1992 tarihli X – Fransa kararlarında Mahkeme, “dava başvurucunun işten çıkarılması ile ilgilidir ve iddia konuları yerel mahkemelerin ektra bir gayretini gerektirir.” tespitinde bulunmuştur. (ayrıca bkz 11 Haziran 2009 tarihli Mianowicz - Almanya ve 26 Mart 2009 tarihli Petko Ivanov - Bulgaristan kararları)

Mahkeme son zamanlarda iş davaları ile ilgili “istisnai gayretin gösterilmesi gerektiği” şeklindeki duruşunu tekrar etmiştir.[47]

Yukarıda bahsedilen 24 Eylül 2009 tarihli Sartory -Fransa kararında, Mahkeme “davanın konusunun esaslı açılardan önemli olduğunu (bir tayinin iptali) ve bu çeşit bir dava için 6 yıllık yargılama süresinin aşırı olduğu” tespitinde bulunmuştur.

Bir aile üyesinin kaza ile ölümü, başvurucuyu mali destek imkânlarından mahrum bırakır. Bu yüzden tazminatın verilmesine dair hızlı bir karar konusunda başvurucunun gerçek bir şahsi menfaati vardır.[48]

Başvurucunun bir araba kazası dolayısıyla tazminat talep ettiği bir davada, Mahkeme “araba kazası neticesinde Başvurucu kısmen sakat kalmıştır ve onun için söz konusu olan şey, onun engellilik durumunu ve çalışma kapasitesinin kaybını tazmin etmesi için tasarlanan dikkate değer bir miktardır. Bu şartlar ışığında Mahkeme özel bir hızın gerektiğini tespit eder” şeklinde ifadede bulunmuştur.[49] 

Kazai yaralanma mağdurları için tazminata ilişkin davalarda istisnai bir gayret gerekliliğinden, 11 Ocak 2007 tarihli Stefanova - Bulgaristan kararında da bahsedilmiştir.

·         Mahkeme ayrıca başvurucunun cezaevi süresinin de özel bir gayreti gerekli kıldığını düşünmektedir.

25 Kasım 2003 tarihli Soto Sanchez - İspanya kararında (Fransızca) Mahkeme “Dava başvurucu için özel bir öneme sahiptir. Zira ilk derece mahkemesi (Audiencia Nacional) tarafından verilen 4 yıl 2 aylık hapis cezası, Yüksek mahkemece 9 yıla çıkarılmıştır ve Başvurucu Anayasa mahkemesine temyiz için başvurduğunda bu cezayı çekmektedir.” demiş ve sadece Anayasa Mahkemesinde 5 yıl 5 ay ve 18 gün süren dava süresinin makul olmadığına karar vermiştir.

Mahkeme, ceza davalarında, makul sürede yargılanma hakkının “suçlanan kişiyi kaderi hakkında uzun süre belirsizlik içinde bulundurmaktan kaçınmak için dizayn edildiğini”  belirtmiştir. (10 kasım 1969 tarihli Stögmüller - Avusturya kararı). 13 Ekim 2009 tarihli Şinegu ve diğerleri - Türkiye davasında Mahkeme “başvurucuların yargılama süresince gözaltında tutulduğunu, bu durumun adaletin mümkün olan en hızlı bir şekilde ifası için davaya bakan mahkemenin istisnai bir gayret göstermesini gerektirdiğini” belirtmiştir.  

Polislerin yasayı aşan sertliği ve bu çeşit davranışlardan doğan zararlardan devletin sorumluluğu ile ilgili bir Bulgaristan davasında, Mahkeme “ başvurucu için söz konusu olan şeyin önemi ile ilgili olarak, başvurunun polis şiddetinin sonucu olarak kalıcı büyük yaralar için yapılan ödeme ile ilgili olduğunu ve bu çeşit davalarda yargısal otoritelerin daha özel bir gayret göstermesi gerektiğini” belirtmiştir. (30 Eylül 2004 tarihli Krastanov - Bulgaristan kararı)

20 Temmuz 2000 tarihli Caloc - Fransa kararında, Mahkeme “polis görevlilerinin ihlallerine maruz kaldığını iddia eden bir şahıs tarafından yapılan bir şikâyetin soruşturulmasında ilgili yargısal otoritelerin özel bir gayretinin gerekli olduğunu” ifade etmiştir.

·         Gecikmelerin kararı değersiz bırakabileceği davalarda Mahkeme, yetkili otoritelerin sadece belirli bir gayreti değil aynı zamanda istisnai bir hız sergilemesi gerektiğini belirtmektedir. Aynı prensip, başvurucunun sağlık durumu için de geçerlidir ki onların yaşamlarıyla ilgili durumlarda zaten uygulanması gerekir.

Bu prensip, kan verilmesi sırasında HIV virüsü bulaşmasına maruz kalan Hemofili hastalarına verilecek tazminat ve Devletin sorumluluğu ile ilgili Fransa idare mahkemeleri önündeki bir davada uygulanmıştır.

Örneğin, hemofili hastası olan ve kan transferi işlemine tabi tutulan ve davası Avrupa Mahkemesindeyken AIDS’den ölen başvurucunun trajik davasında, istisnai gayret özellikle gerekliydi. (31 Mart 1992 tarihli X - Fransa davası). Komisyon gibi, Mahkeme de “çekişmeli yargılamada söz konusu olan şey (başvurucunun maruz kaldığı tedavi edilemez hastalık ve kısaltılmış yaşam süresi dikkate alındığında)  başvurucu için kritik bir öneme sahipti.”[50] tespitinde bulunmuştur.

Benzer bir davada AHİM “yargılamanın konusu, doğuştan HIV virüsü barındıran başvurucu için kritik bir öneme sahiptir. … Özetle bu durumda, ele alınacak davaların sayısına rağmen, istisnai bir gayret gereklidir” demiştir.[51]  (29 Nisan 1998 Henra - Fransa kararı)

Mahkemenin ihlal kararı vermesi için, davanın konusu kritik olmalıdır. Bu, istisnai bir hız hak eden HIV virüsünden etkilenen başvurucular ile daha az gayretin sergileneceği, AIDS mağdurlarının aileleri ve anne babaları, arasında bir ayrım oluşturur. Başvurucuların davranışlarının davanın süresini önemli oranda etkilediği birden fazla başvurucunun tek bir davasında (8 Şubat 1996 tarihli A ve diğerleri - Danimarka), ilk grup (yani AIDS mağdurları), 6. Madde ihlalilinin mağdurları olarak tespit edilirken, diğerleri için (yani onların yakınları) bir ihlal olmadığı kararı verilmiştir.  

15 Haziran 2007 tarihli Gheorghe - Romanya kararında, Mahkeme “ başvurucunun ciddi ve tedavi edilemez bir hastalıktan muzdarip olduğu ve durumunun kötüye gittiği bir durumda yetkililerin özel bir gayretinin gerektiğini” hatırlatmıştır. (§54) […].  ….Yargılama süresince başvurucunun sağlık durumundaki ciddi geriye gidiş karşısında, otoritelerin yüksek seviyede gayret göstermeleri gerektiği için, Mahkeme söz konusu olan davanın yargılama süresinin aşırı olduğu sonucuna varmıştır. (§60). Bu davadaki gecikmenin esas sebebi kendi yetkileri konusunda yanlış değerlendirmeler yapan iki mahkeme arasındaki yetki uyuşmazlığı idi. 

8 Ekim 2009 tarihli Sopp - Almanya kararında Mahkeme, buradaki amaç özel bir ölüm poliçesi vasıtasıyla başvurucuya ek destek sağlamak olması dolayısıyla, yargılamanın başvurucu için önemi karşısında, hastalığın mesleki kaynağını tespit etmek için özel bir dikkatin gösterilmesi gerektiğini belirtmiştir[52].

·         Başvurucuların ilerlemiş yaşları da yargılamanın hızlı bir şekilde neticelendirilmesini gerektirir. Mesela, 80 yaşındaki davacı tarafından talep edilen savaş emekliliğinin verilmesi ile ilgili başvuru. (10 Mayıs 2007 tarihli Pantaleon - Yunanistan)

Mahkeme, aile bağlantılarının sürdürülmesi ve ebeveyn çocuk ilişkisinin sağlanması ihtiyacının, geçen zaman nedeniyle zarar görmemesi konusunda hassastır. Mahkeme genellikle, çocuk rehni davalarının hızlı bir şekilde görülmesi ihtiyacına vurgu yapmaktadır. (Mahkemenin 18 aylık süreyi 6. Madde kapsamında ihlal edici bulmadığı 23 Eylül 1994 tarihli Hokkanen - Finlandiya kararında olduğu gibi) 

·         Son olarak aynı kural şahısların fiziksel durumu ve kapasitesi ile ilgili davalarda da uygulanır. Destek ve çocuk nafakasına dair ödeme emirleri aynı zamanda hızlı bir şekilde infaz edilmelidir. (infaz prosedürü yabancı bir mahkeme kararına bağlı olsa bile) (4 Kasım 2008 tarihli Dinu - Ramanya ve Fransa kararı). Son kararda bir başvurucu, infaz prosedürünün, sadece iki değişik yargı sistemleri yüzünden değil ilgili Bakanlıklar dolayısıyla da 9 yıl sürdüğü gerekçesiyle  Fransa ve Romanya’ya karşı bir karar almıştır.  

AHİM’in, yargılamanın süreleri konusunda daha fazla talepkar olduğu davalara ilişkin detaylı liste EK 2’de bulunabilir.[53]

E. Davanın Şartlarının Genel Değerlendirilmesi

Son olarak, daha önce belirttiğimiz gibi, Mahkeme kapsamlı bir analiz yapmakta ve süreçteki değişik aşamalarda geçen tüm zamanları hesaplamaktadır. Fakat bu Mahkemeyi, davanın şartları ışığında yargılamanın bağımsız bölümlerinin aşırı uzun sürelerini değerlendirmekten veya bu çeşit bir zamanı müstakil aşama bazlı değerlendirmekten alıkoymamaktadır. Örneğin 29 Nisan 2003 tarihli, 4 ayrı yargı seviyesinde toplam 7 yıl 8 ay süren ortak mülkiyet uyuşmazlığı ile ilgili Martial Lemoine - Fransa kararında, ilk dereceli mahkemede yargılama 1 yıl 10 ay, istinafta 1 yıl 8 ay, Temyiz mahkemesinde 1 yıl 9 ay ve davanın tekrar geri gönderildiği istinaf mahkemesinde 2 yıl sürdü. AHİM bu davada “Mahkemenin genel görüşüne göre 7 yıl 8 ayın üzerindeki toplam yargılama süresi gayet uzun olsa da, davanın bütün şartları ve Mahkemenin daha önceki içtihatları birlikte ele alındığında, yetkili otoritelerden kaynaklanan gecikmenin makul sınırlar içinde kaldığını”  belirtmiştir.   

AHİM’in değerlendirmesi tüm süreci kapsar ve yargısal incelemelerin değişik seviyelerinin ve idari süreçlerin öncesinin ve sonrasının kararlarının da ele alınmasını zorunlu kılar ( cf II Bölüm 1 aşağıda başlangıç noktası ve belirlenecek zaman dönemleri) Örneğin iş uyuşmazlıklarında,  “Endüstriel Heyetin” kararı için öngörülen zaman sınırı yanında bütün idari ve yargısal süreçler dikkate alınmalıdır. (16 Nisan 2002 tarihli Seguin- Fransa kararı).

Bununla birlikte, aşağıdaki dönemler toplam zamanı hesaplarken dikkate alınmamıştır.  Yargılamanın ileriki aşamalarının tarihlerini belirleme adına yapılan işlemler, (3 Aralık 2002 tarihli R – Fransa kararı)  sadece ihtiyati tedbirlere ilişkin süreçler (28 Haziran 2001 tarihli Maillard Bous – Portekiz kararı), yeniden yargılama talebini incelemeye dair işlemler (8 Nisan 2003 tarihi Jussy – Fransa kararı).

Ancak birçok durumda, aşırı toplam yargılama süresi tek başına ihlal için yeterli bir neden oluşturmaktadır. Bu kural özellikle davanın tek dereceli bir mahkemede incelenmiş olması halinde (özellikle Yüksek mahkemenin ilk derece mahkemesi olarak baktığı davalarda) geçerlidir.[54]  Aşırı uzun yargılama süresi, eğer aksi gerekmedikçe, ihlal sonucuna varmak için uygun bir neden oluşturmaktadır.

Bu husus, 28 Haziran 1990 tarihli Obermeier – Austurya kararında açıkça dile getirilmiştir. Bu davada taraflar, AHİM’in bu gibi durumlarda başvurduğu değişik kriterleri tartışmışlardır. (dikkate alınacak gerçek zaman,  davanın karmaşıklık derecesi, tarafların davranışları gibi,). Fakat Mahkeme, “makul sürenin davanın özel şartlarına bakılarak belirleneceği” içtihadını hatırlatarak, “mevcut durumda davanın şartları genel bir değerlendirmeyi zorunlu kılar, bu yüzden Mahkeme bu soruları detaylı bir şekilde ele almanın zorunlu olmadığını düşünmektedir.” şeklinde görüş bildirmiş ve  “Nihai hükmü de vermeksizin geçirilen 9 yılın makul süreyi aştığını ve bu yüzden 6/1. Maddenin ihlal edildiği sonucuna” ulaşmıştır.

Üç aşamalı bir yargılamaya neden olan (bunların ikisi dava AHİM önündeyken halen devam etmekte ve sırasıyla iki ve üç dereceli yargılamayı içermekte idi) bir kamulaştırma davasında AHİM, 17 yıldan fazla süren yargılamalardaki gecikmelerin genel olarak yetkili otoritelerin ve ilgili mahkemenin uygulamalarından kaynaklandığını belirtmiştir. (16 Ocak 2003 tarihli Nastuo – Yunanistan kararı Fransızca)

6 Nisan 2000 tarihli Comingersoll SA – Portekiz kararında, Mahkeme davanın şartlarının bütüncül olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünmüş ve halen infaz için bekleyen ve doğası gereği hızlı bir şekilde ele alınması gerekli bir son karar için 17 yıl 5 aylık zamanın makul olduğunun söylenemeyeceğini” belirtmiştir.  

Başvurucu ile sosyal güvenlik otoriteleri arasındaki birçok yasal uyuşmazlıklarla ilgili olarak, Mahkeme genel kriterlerini davanın şartlarına uygulamış ve “ bu çeşit bir dava için 4 yıllık toplam yargılama süresinin tek başına 6/1. maddenin makul süre şartına aykırılık için yeterli olacağını” sonucuna ulaşmıştır. 1 Haziran 2004 tarihli J-M F - Fransa kararı)

II. YARGILAMALARIN SÜRELERİNİN HESPLANMASI VE HESAPLAMAYI ETKİLEYEN FAKTÖRLER

A Başlangıç Noktası

Başlangıç noktası bazen taraflarca tartışılır ve şartları belirlemek zor olabilir. Örneğin, davanın şartlarının genel bir değerlendirmeyi zorunlu kıldığı, 26 Ekim 2003 tarihli Darnell – Birleşik Krallık davasında Mahkeme, başlangıç tarihi hakkında bir karar vermenin gerekli olmadığını düşünmüş ve Hükümetin iddiası kabul edilse bile “İş Temyiz Mahkemesinin kararını verdiği zamana kadarki yaklaşık 9 yıllık zaman aralığının… mevcut davanın şartları çerçevesinde makul olarak kabul edilemeyeceğini” belirtmiştir.  

Taraflar arasında davadan önce ödenebilecek tazminatların miktarı konusunda müzakereler gerçekleşmişse, Mahkeme bunun süresini dikkate almamaktadır. Mahkeme, taraflardan birinin diğer tarafa bir anlaşma empoze edememesi ve tartışmaların istenildiği zaman bitirilebilecek olması dolayısıyla, 6. maddenin bu müzakere süreçlerini içermediğini düşünmektedir. (8 Temmuz 1986 tarihli Lithgow ve diğerleri - Birleşik Krallık kararı).

Ek olarak, söz konusu yargılamadan sonra Devletin AİHS’ni imzaladığı durumlarda, ilgili dönem Sözleşmenin o Devlette yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacaktır, fakat Sözleşmenin yürürlüğe girdiği tarihte davanın durumuna dikkat edilmelidir.(17 Temmuz 2008 Kaić ve diğerleri – Hırvatistan kararı,§1 4)

Ceza davalarında spesifik bir başlangıç noktası vardır. 6/1. maddenin yakından incelenmesi, cezai suçlama kavramının her zaman cezai soruşturma kapsamında olan prosedürleri içermek zorunda olmadığını göstermektedir.

Mahkeme içtihatlarına göre, başlangıç tarihi otomatik olarak şüphelinin mahkemeye geldiği tarih değildir. Bu davanın yargılama mahkemesine gelmesinden önce de olabilir. (gözaltına alınma tarihi, ilgili kişiye hakkında soruşturma olduğunun resmi olarak bildirildiği tarih veya ön soruşturmanın açıldığı tarih gibi)

Mahkeme tarafından işaret edilen, yargılama sürelerine ilişkin ilk davalarda, Komisyon, sözgelimi iddianame tarihini değil (17 Mart 1964),  soruşturma hakimi tarafından başvurucunun ilk olarak sorgulandığı zamanı başlangıç zamanı olarak ele almıştı (21 ocak 1960). Mahkeme, soruşturma hakiminin başvurucu hakkında soruşturma açılmasına karar verdiği 23 Şubat 1961 tarihini başlangıç noktası alarak orta bir yol geliştirmiştir.

Mahkemeye göre 6/1 maddenin amaçları kapsamında “suçlama”, “bir şahsa, yetkili otoriteler tarafından onun bir suç işlediği iddiasının resmi olarak bildirilmesi”  şeklinde tanımlanabilir. Bu tanımlama, “bu çeşit iddianın şüphelinin durumunda esaslı bir etkiye sahip olacağını hatırlatan diğer tedbirleri de” içerebilir.[55] 10 Eylül 2010 tarihli McFarlane – İrlanda davasında Mahkeme, “Başvurucunun 5 Ocak tarihinde gözaltına alınmasından esaslı bir şekilde etkilendiğini, çünkü başvurucunun, kendisi hakkındaki suçlama konusunda ilk defa bu tarihte polis tarafından bilgilendirildiğini kabul ettiğini” belirtmiştir.

Makul süre şartı bir kişinin suçlanması ile başlarsa, bu O’nun durumdan esaslı bir şekilde etkilendiği zaman olacaktır.  İlgili tarih, başvurucunun kendisi yerine, şirketine para cezasının uygulandığı tarih olmayacaktır, çünkü bu durumda kişinin kendi eyleminden dolayı,  soruşturma altında olduğunu farzetmesi için bir neden yoktur, fakat başlangıç noktası kişinin şüpheli olarak sorgulandığı ve böylece esaslı olarak etkilendiği ilk tarih olacaktır.  22 Mayıs 1998 tarihli Hozee – Holllanda kararında, Mahkeme “mali bir ceza ya da vergi cezasının bazen Sözleşmenin 6. Maddesi anlamında bir cezai suçlama olarak ele alınabilse bile (bkz 24 Şubat 1994 tarihli Bendenoun – Fransa kararı, A Dizisi no. 284, s.20, § 47), mevcut davadaki ceza, vergi otoriteleri tarafından 1981 yılı sonunda başvurucunun şahsına değil onun şirketine uygulanmıştır. Bu aşamada başvurucunun daha sonra suçlanacağı sahtecilik suçunun şüphelisi olduğunu gösterecek hiç bir şey yoktur. Dahası, Devlet Vergileri Genel yasasının 21. Bölümüne göre uygulanan vergi cezası, vergi otoriterlerinin müdahalesini doğrulayacak olan unsurların yokluğunda bir ceza davasına yol açmaz.” tespitinde bulunmuştur

28 Ekim 2003 tarihli Lopez Soley Martin de Vargas - İspanya kararında, Mahkeme “8 Haziran 1985 günü, talimat hâkiminin başvurucunun daimi adresinde bir arama yapılması emrini verdiğini ve bunun takip eden gün icra edildiğini ve başvurucunun durumunda esaslı bir etkiye sahip olduğunu “ belirterek” bu tarihi (8 Haziran 1985) başlangıç noktası olarak kabul etmiştir. (§ 25).    

Milli yasal düzenlemelerin, mağdurlara uğradıkları zaralardan dolayı ayrı bir hukuk davası açma hakkı tanıdığı durumlarda (mesela bir trafik kazasının ardından), ceza yargılaması sadece kaza failinin mahkumiyetine dair hükmü içerip tazminatla ilgili bir karar içermeyebilir.  Bu çeşit durumlarda, AHİM “bir hukuk davası açmak zorunda kalmanın, bu zorunluluğa ceza davasındaki gecikme nedeniyle başvurulmuş olsa bile, başvurucunun ceza yargılamasındaki haklarından bir feragat oluşturacağını düşünmektedir. Ceza yargılamaları bu durumda başvurucunun medeni hukuka ilişkin haklarını ve sorumluluklarını belirlemeyecek ve başvurucuya karşı ileri sürülen cezai suçlama ile ilgilenecek ve bu durumda sadece cezai yargılamanın süresi ile ilgili bir başvuru konu bakımından kabul edilebilir bulunmayacaktır. (10 Haziran 2004  tarihli Garimpo – Portekiz kabul edilebilirlik son kararı, Fransızca) 

Ekonomik ve mali bir suçla ilgili bir davada Mahkeme, yetkili otoritenin başvurcunun paraya çevirmek istediği çeke el koyduğu tarihi sürenin başlangıç noktası olarak kabul etmiştir. (16 Ağustos 2002 tarihli Nuvoli – İtalya kararı).

Bir kalpazanlık ve sahtecilik davasında, sahteciliğin yapıldığı tarih değil, başvuruculardan birinin ofisinde ve diğerinin evinde aramanın yapıldığı tarih başlangıç noktası olarak alınmıştır. (15 Temmuz 2002 tarihli Stratégies et Communications ve Dumoulin – Belçika kararı, Fransızca).

Bir sahtecilik davasında, Mahkeme “ başvurucunun soruşturma hakiminin önüne ilk defa çıkarıldığı günün başlangıç tarihi olması gerektiği” konusundaki itirazı kabul etmemiştir. Bunun yerine Mahkeme, “polisin başvurucuları ilk defa sorguladığı ve onlardan birinin itirafta bulunduğu günü » başlangıç tarihi olarak seçmiştir. “Bu, başvurucuların onların eylemlerinden dolayı soruşturmanın yürütüldüğünün farkına vardıkları ve ikincisinin iddiaları kabul ettiği zamandır. Bu yüzden bu ilgilileri esaslı bir şekilde etkieleyen bir uygulamadır.  (16 Kasım 2000 tarihli Martins and Garcia Alves – Portekiz kararı, Fransızca)

Portekiz Ceza Yargılama Yasasının 71. maddesi cezai suçların mağdurlarının ve bazı durumlarda onların yakın aile fertlerinin (eş ve çocuklar) ceza yargılamlarında “ yardımcılar” ("assistentes")[56] olarak, yani savcıya bir yardımcı olarak, aktif bir şekilde katılımlarına olanak vermiştir. 23 Ekim 1990 tarihli Moreira de Azevedo – Portekiz kararında (Fransızca), Mahkeme, başvurucuların hak ve sorumluluklarının ancak onların yardımcı sıfatını kazandıkları 1 Şubat 1993 tarihinde söz konusu olabildiğini tespit etmiştir.  Bu noktada başvurucular,  şüpheli hakkında sadece cezai bir mahkumiyeti  değil, bunun yanında maruz kaldıkları zarar nedeniyle mali bir tazminat talep ettiklerini de belirtmişlerdir. Bu yüzden bu tarih, dikkate alınacak olan zaman sürecinin başlayacağı tarihtir. Hükümetin, “Başvurucuların, Sözleşmenin 35/1 maddesi gereğince iç hukuk yollarını tüketmiş sayılmaları için yapmaları gereken “yargılamayı hızlandırma talebini” bu tarihte gerçekleştirmediklerine dair itirazı etkili olmamıştır. Başvurucular muhtemelen, yargılamanın süresinin makul süreyi aştığına inandıkları anda bu talepte bulundular

Hukuki konularda başlangıç noktası, genellikle davanın, dava çeşitlerine göre farklılık gösteren, yetkili mahkemeye sunulduğu tarihle örtüşür. Fakat Mahkeme içtihatları, özel şartlara ve prosedürlere bağlı olarak başka başlangıç noktalarının da kullanılabileceğini göstermiştir.    

Başvurucunun şirketinin ilk defa yargı yönetimine girdiği ve iflasını ilan ettiği davada, Mahkeme dava süresinin hesaplanmasını, yetkili otoritelerin iddiası olan “iflasın esas prosedürü olarak borçların ilan edildiği tarih” yerine, “bir kaç aydır ödeme alamayan başvurucunun maaşının Portekiz Mahkemesi tarafından şirketin borcu olarak kabul edildiği”  tarihten itibaren hesaplamıştır.

Polis ihlallerinin kurbanlarının tazminatlarına ilişkin davalarda sürecin başlangıç noktası, başvurucuya talep ettiği miktarı ödemeyi reddeden Devlet kararına karşı itirazın yapıldığı tarih değil, cezai soruşturmanın başlatılması ile aynı tarihe denk gelen ihlalin işlendiği tarih olacaktır. (8 Ocak 2009 tarihli Iribarren Pinillos – İspanya kararı, loc.cit., § 65).   

Veraset davalarında ya da mirasçılık davalarında, Mahkeme başvurucunun mirasçı olarak davada hazır bulunduğu durumda, “Onların sadece kendi adlarına katılsalar bile geçmiş yargılamalar süresince meydana gelen tüm süreçlerle ilgili bir şikâyette bulunabileceklerine ve zaman süresinin bu tarihte dikkate alınacağına” karar vermiştir. (27 Mayıs 2010 tarihli De Hohensollern (de Roumenia) – Romanya kararı).

İdari davaların kendine has özellikleri de makul süre şartının hesaplanmasında dikkate alınacaktır. AHİM, idari süreçlerde başlangıç noktası olarak, idari organın başvuruyu reddetmesi üzerine idare mahkemesine yapılan başvuru tarihini değil, zorunlu idari itirazın yapıldığı tarihi, örneğin Bakanlığa yapılan idari başvuruyu (28 Eylül 2004 tarihli Marschener – Fransa kararı ) dikkate almıştır. Bu prensip, 28 Haziran 1978 tarihli König – Almanya kararında olduğu gibi, başvurucunun, ilgili idari makamdan şikayet konusu idari işlemin yasallığını ve yerindeliğini inceleme talebinde bulunmaksızın, yetkili mahkemeye itirazda bulunmasının mümkün olmadığı durumlarda da geçerlidir. 7 Şubat 2006 tarihli Donnedieu – Fransa kararında, Avrupa Mahkemesi, başvurucunun müşahede altına alınmasına dair idari ve tıbbi belgeleri iletmeyi reddeden bir Üniversite hastanesinin kararını bozmak için, idari mahkemeye başvurudan önceki d’accès aux documents administratifs isimli Komisyona başvuru tarihini dikkate almıştır.

21 Şubat 1975 tarihli Golder – Birleşik Krallık kararından beri Mahkeme, bu kuralın herhangi bir idari organa yapılan, örneğin Bölge Sosyal Konseyi gibi, başvurularda da uygulanacağına karar vermektedir. (27 Kasım 1992 tarihli Olsson – İsveç kararı)

Daha geniş olarak, Avrupa Mahkemesi, ilk olarak bir yargısal organa yapılması zorunlu olan  başvuruyu da dikkate almaktadır. Bu kural, işverenin (asli sorumlu olup olmadığını tespit etmek amacıyla) telafi edilemeyecek bir hata yapıp yapmadığını incelemek için, yetkili mahkemeye dava açmadan önce, bir milli otoriteye zorunlu başvuru halinde de uygulandığı gibi (29 Temmuz 2003 tarihli Santoni – Fransa kararı); bunun yanında ayrıca, iş kazaları veya hastalığın meslek hastalığı olup olmadığının (meslekten kaynaklanıp kaynaklanmadığının) ele alınmasına dair davalarda da uygulanır. (yukarıda bahsedilen 8 Ekim 2009 tarihli Sopp- Almanya davası).

Genel olarak, başlangıç noktası, bir davanın ilk derece mahkemesine açıldığı tarihte gerçekleşir, fakat bu yüksek mahkemeye başvuru tarihi de olabilir, çünkü yüksek mahkemeler sıklıkla davaları ilk derece ve son yargılama mercii sıfatlarıyla birlikte görebilmektedirler.

Başka özel başlangıç noktaları, belirli bazı usuli tedbirleri de kapsayabilir, söz gelimi Fransa ve İtalya için ödeme emirleri, geçici tedbirlere ilişkin talepler, icra tedbirine karşı itirazlar ya da sanığın sözlü yargılamada kişisel olarak hazır bulunması gibi.

Bütün ülkeler için aynı şekilde geçerli olan özelliklerden biri de; AHİM’in zaman yönünden yargı yetkisine ve bunun yargılamaların süresini nasıl etkilediğine dair süregelen bir içtihadıdır. Mahkeme, başlangıç zamanının belirlerken, Sözleşmenin onaylanmasından çok farklı bir zamanda gerçekleşebilecek olan, devletin vatandaşlarına AHİM’e şahsi başvuru hakkını tanıdığı tarihten önceki süreyi (söz konusu uygulama bu tarihten önce başlamış olsa bile) dikkate alamaz.  Bu durumlarda Mahkeme, resmi başlangıç tarihinden sonra geçen zamanın makullüğünü değerlendirirken, savunmacı devletin şahsi başvuru hakkını kabul ettiği tarihteki yargılamanın durumunun dikkate alınması gerektiğini açıkça belirtmiştir.

Örneğin 3 Ekim 2000 tarihli Kanoun kararında (Fransızca) (bu davada ilgili prosedür 1975 yılında başlatılmıştır) AHİM,  Fransa’nın şahsi başvuru hakkını kabul ettiği tarih olan 2 Ekim 1981 tarihinden itibaren olan süreyi dikkate alabilmiştir. Ancak, 10 Aralık 1982 tarihli Foti – İtalya kararında, Mahkeme bu tarihte (yani AHİM’e şahsi başvurunun kabul edildiği tarihte) sürecin durumunun dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir.

Bu müstakarlaşmış bir içtihattır. 16 Aralık 1997 tarihli Prozsa – Polonya kararında, Polonya mahkemesine ilk başvuru 25 Ekim 1990 tarihinde yapılmış olmasına rağmen, başlangıç noktası Sözleşmenin 25.maddesinin amaçları kapsamında için şahsi başvuru hakkının Polonya tarafından tanındığı 1 Mayıs 1993 tarihi idi.

5 Mart 1990 tarihli Marciano Gama Da Costa – Portekiz kararında (Fransızca), Komisyon “Hükümetin Sözleşmeyi onayladığı ve şahsi başvuru hakkını tanıdığı 9 Kasım 1978 tarihinden öncesini ele almak için zaman yönünden yargı yetkisinin bulunmadığını not etmiştir. Bununla birlikte bu konudaki süregelen içtihadın gereği olarak, Komisyon, sürecin (yargılamanın) bu tarihteki durumunu dikkate almak zorunda kalmıştır.

Ekli tablo[57], her bir Sözleşmeci devletin Sözleşmeyi kabul ettiği tarihle, bireysel başvuru hakkını kabul ettği tarihin farklı olduğunu göstermektedir. 11 numaralı protokol 1 Kasım 1998 tarihinde yürürlüğe girdiği için, bireysel başvuru hakkını kabul etmeksizin, Sözleşmeye katılmak mümkün olmamıştır.

Bu durum, münhasır devletlerle, özellikle de Sözleşmeyi son zamanlarda onaylayan devletlerle ilgili içtihatların incelenmesinde, hangi tarihe kadar gidilebileceğini belirlemede özellik arzeder.

B – İlgili Sürenin Sona Ermesi

Öncelikle belirtelim ki, Mahkeme, kararın verildiği ya da açıklandığı tarihe pragmatik bir şekilde yaklaşmıştır. Örneğin, eğer bir karar bir tarihte açıklanmış fakat karar metni kalemde 20 gün sonra yazılmışsa, Mahkeme ikinci tarihi karar tarihi olarak kabul etmektedir. (bkz, diğerleriyle birlikte, 11 Mayıs 1990 tarihli Ridi – İtalya ve 21 ekim 1996 tarihli Ceteroni – İtalya kararları).

 Ceza davalarında, süre esas suçlamalar hakkında son kararın verildiği zaman biter. Bu genel olarak, daha başka itiraz hakkı olmayan beraat ya da mahkûmiyet kararları şeklindedir, fakat bir soruşturma makamının süreci sonlandıran bir kararı ya da davanın zamanaşımına uğradığına dair mahkeme kararı da olabilir.[58] 

Ancak, 4 Ağustos 2005 tarihli Stoianova ve Nedelcu – Romanya kararında( Fransızca) Mahkeme, başvurucunun beraat kararının son karar olarak sayılamayacağını zira Romanya Ceza Usul Kanununun savcılık makamını bu kararı bozma konusunda ve ceza soruşturmasını herhangi bir zaman sınırlaması olmaksızın yeniden açabilme konusunda yetkilendirdiğini belirtmiştir.

Medeni hukuk konularında, son - değiştirilemez karar prensip olarak, sürecin sonu için dikkate alınacak zamanı işaret etmektedir. Daha özel olarak ise, Mahkeme, “uyuşmazlığı çözen karardan” bahsetmiştir.  (10 Temmuz 1984 tarihli Guincho – Portekiz kararı ve 23 Nisan 1987 tarihli Erkner ve Hofauer – Avusturya kararı) Bu anlayış, aşağıda göstereceğimiz gibi, ayrıca kararın infazı aşamasını da kapsamaktadır.

Kamulaştırma ya da devletleştirme gibi, adli ve idari yargı makamlarının yargı yetkilerini birleştiren durumlarda, Mahkeme yargılamayı bir bütün olarak ele almakta ve Komisyonun 21 Şubat 1997 tarihli Guillemin – Fransa kararında yaptığı gibi, “makullüğü yargılamanın bütününün gözden geçirilmesi ile anlaşılacak olan dönemin, ihtilafı tam olarak çözen karara kadar olduğunu” belirtmiştir. Mevcut davada, dostane çözümle neticenebilecek olan uyuşmazlığın çözümü, ilk olarak, kamulaştırmada kamu yararı kararının yasal olup olmadığını değerlendirme konusunda yetkili olan idari mahkemelerde ve ikinci olarakta başvurucuya, taşınmazının kamu otoritelerince yasal olmayan bir şekilde kamulaştırılması dolayısıyla, tazminat ödenmesi için hem idari hem de adli mahkemelerde aynı anda yürütülen iki aşamalı bir yargılamayı gerektirmektedir. İkinci aşama halen derdesttir. Buna göre süre hâlihazırda zaten 14 yılı geçmiştir. (19 Kasım 1982 – 22 Ocak 1997)

Silva Pontes davasında[59]Mahkeme, açıkça “devletlerin yasal düzenlemelerinin, yargılama süreçlerini, birinde mahkemelerin bir ödeme zorunluluğunun varlığına karar verdiği, diğerinde ise mahkemelerin borç miktarını belirlediği  iki aşamadan oluşmasına imkan veren düzenlemeleri içermesi halinde, 6. Maddenin amaçları kapsamında bir medeni hakkın, miktar belirlenene kadar tesis edilmediğinin düşünülmesinin makul olacağını; bir hakkın tesisinin sadece bu hakkın varlığını değil bunun yanında, şüphesiz ki verilecek miktarı da içeren, onun kapsamı veya kullanım şekli konusunda da karar verilmesini gerektirdiğini” ifade etmiştir. (Diğerleri yanında bkz 27 Ekim 1987 tarihli Pudas – İsveç kararı, Series A Numara 125-A, s 14, prg 31). Ancak, Mahkeme ilk aşamanın kendisinin tek başına makul süreyi aştığına karar verebilecektir. 

Ancak, Avrupa Mahkemesi, CJEU (eski CJEC Avrupa Toplulukları Adalet Divanı), önündeki ilk yargılamayı dikkate almamaktadır. Çünkü böyle bir durumda, Avrupa Ekonomik Topluluğu Sözleşmesinin 177. Maddesi ile kurulan sistemi kötü bir şekilde etkileyecek ve bu maddenin amacına aykırı olacaktır. 26 Şubat 1998 tarihli Pafitis ve diğerleri – Yunanistan kararı§ 95).

Mahkeme, temyiz süreçlerindeki makul olmayan sürelere de yaptırım uygulamaktadır. Hatalı uygulamalar genellikle Yargıtay ve Danıştay önündeki aşırı uzun temyiz süreçlerinden kaynaklanmaktadır.  (16 Nisan 2002 tarihli Ouendeno – Fransa kararı)[60] Önceki Komisyon gibi Mahkeme olağanüstü yasa yolu başvurularını dikkate almaktadır. 14 Ocak 1998 tarihli Z.C – Polonya kabul edilebilirlik kararında, Komisyon “Yüksek Mahkemenin iki defa  başvurucunun olağanüstü temyizini kabul ettiğini ve ilk derece mahkemelerinin kararlarını açık yasal hatalar nedeniyle bozduğunu”  not etmiştir. Bu tarz temyiz yolları için, Devlet Savcısı ve Adalet Bakanı yetkilidir.  Bu çeşit temyizleri inceleyen Yüksek mahkeme, alt dereceli mahkemenin kararlarını geçersiz sayma, bozma ve onama yetkilerine sahiptir. Bu yüzden bu karar, Sözleşmenin 6. maddesi anlamında başvurucunun hak ve sorumlukları açısından belirleyicidir. Bu yüzden bütün temyizler (olağanüstü olanlar da dahil olmak üzere) süreçlerin uzunluğunu hesaplarken dikkate alınmalıdır.

Anayasa mahkemelerine gönderilen davalarda, Mahkeme bu sürecin asıl sürecin sonuçları üzerinde herhangi bir etkisinin olup olmadığına bakmaktadır. Eğer durum bu şekilde ise, bu süreçlerde yargılama süreçlerin hesaplanmasında dikkate alınmaktadır.

Örneğin 29 Mayıs 1986 tarihli Deumeland - Germany kararında, Mahkeme Almanya Anayasa Mahkemesi ile ilgili olarak “ her ne kadar Anayasa Mahkemesi esas hakkında karar verme yetkisine sahip değilse de, onun kararı iddianın sonuçlarını etkileyecektir” tespitinde bulunmuş ve 6/1. Maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir.  

Mahkeme ayrıca yargılamanın toplam süresini hesaplarken kararın icrası sürecini de dikkate almaktadır. Herhangi bir mahkemeden alınan bir kararın icrası, 6. Maddenin anlamı kapsamında “yargılamanın” ayrılmaz parçası olarak ele alınmalıdır.  Eğer bir devletin iç hukuk sistemi son ve bağlayıcı kararın, herhangi bir tarafın zararını karşılamada etkisiz olarak kalmasına imkan tanıyorsa, bu durumda makul sürede yargılanma hakkı sadece görünürde var olacaktır. (bkz 19 Mart 1997 tarihli Hornsby – Yunanistan kararı  §§ 40 ff).

Son birkaç yıldır, infaz edilmeyen ya da gecikmeli olarak infaz edilen milli devlet mahkemelerinin kararları, AHİM kararlarında ikinci sıklıkta karşılaşılan olan problemler olarak görülmektedir. Bakanlar Komitesi, AHİM kararlarının icrasının denetimi kapsamında bu problem de öncelikleri arasına almıştır.[61]

Son kararlardan olan 18 Mart 2009 tarihli Ziabreva – Rusya kararında, Mahkeme aşırı uzunluktaki infaz sürelerini hem 6. Maddenin ihlali olarak hem de 1 nolu Protokolün 1. maddesi ile sağlanan taşınmaza saygı hakkının ihlali olarak cezalandırmıştır ki bu durum teminat altına alınan hakkın etkili bir şekilde uygulanması için infaz aşamasının önemini vurgulamaktadır.

Kararın icrası süresinin makullüğü, ana yargılamanın makullüğünü değerlendirilirken kullanılan kritelerle aynı şekilde değerlendirilmelidir.  (9 Haziran 2009 tarihli Bendayan Azcantot ve Benalai Bendayan – İspanya kararı § 71; bu dava bir kişinin bir cezai eylem neticesinde ortaya çıkan sivil zararları ve ceza yargılaması sırasında neden olunan masrafları ve harcamaları ödemesini gerektiren bir kararın icrası ile ilgili idi.)

 8 Mart 2001 tarihli Pinto de Oliveira - Portekiz kararında (Fransızca), Mahkeme dikkate alınacak prosedürün, konunun Mangualde mahkemesine gönderildiği 11 Mayıs 1993’te başlamasının ve karar aşamasının halen devam ettiğinin kabul edilmesi gerektiğine, zira karar sonrası başlatılan tamamlanmamış infaz prosedürünün, sürecin uzunluğunun makul olup olmadığının tespitinde dikkate alınması gerektiğine karar vermiştir. 

Bir İtalyan davasında, Mahkeme İtalyan infaz hukuku karşısında sürecin kendine has bir durumunun var olup olmadığı hakkında görüş beyan etmeyi reddetmiş ve “AHİM, başvuruculara tanınan hakların gerçekten etkin olup olmadığına ve etkin ise ne zaman olduğuna milli kanunlar temelinde değil Sözleşme temelinde karar vermelidir” demiştir.[62] Bu uyuşmazlıkta Mahkeme, “infazdan sorumlu hakimin henüz karar vermemiş olması dolayısıyla tamamlanmamış olan infaz sürecinin ilk sürecin ikinci aşaması olduğunun kabul edilmesi gerektiğini” düşünmüştür. 

Yetkililerin son kararı makul sürede infaz etmemeleri de 6. Maddenin ihlali anlamına gelecektir. Bu özellikle, son zamanlarda verilen birçok kararda görüldüğü gibi, kararın infazının idari bir organa ait olduğu durumlarda söz konusu olur. 27 Mayıs 2004 tarihli Metaxas – Yunanistan kararı, 23 Ekim 2003 tarihli Timofeyev – Rusya kararı, 18 Mayıs 2004 Prodan – Moldova kararı ve 27 Temmuz 2004 Romashov – Ukrayna kararı. Metaxas kararında (Fransızca) Mahkeme, “13 Nisan 2000 tarihinde verilen fakat 19 Eylül 2001 tarihinde uygulanan ve bu yüzden bütün etkisini kaybeden Sayıştayın kararının makul sürede infazında başarısız olan milli otoritelerin davranışlarında 6/1. maddeye aykırılık bulmuştur.   

Benzer şekilde 27 Eylül 2005 tarihli SARL IZA ve Makrakhidze – Gürcistan kararında, Mahkeme “14 Mayıs 2001 tarihli bağlayıcı kararın infazında 4 yılın üzerinde süreyle başarısız olan Gürcistan yetkililerinin 6/1. Maddeyi etkisizleştirdiğine” karar vermiştir. 

Mahkemenin gözden geçirmesi ikincil derecedeki süreçleri de kapsayabilir. 23 Eylül 1997 tarihli, Adli yardım yasası kapsamındaki mastraflarla ilgili bir başvuru ile ilgili Robins – Birleşk Krallık davasında, Mahkeme “masraflara ilişkin prosedürler, ayrı bir prosedürle karar verilse bile, esas davanın bir devamı olarak ve buna göre de medeni hak ve sorumluluklarının belirlenmesi süreci olarak görülmeli” tespitinde bulunmuştur. Mahkeme, 23 Mart 1994 tarihli Silva Pontes – Portekiz, 26 Eylül 1996 tarihli Di Pede – İtalya ve Zappia – İtalya davaları ve 19 Mart 1997 tarihli Hornsby – Yunanistan kararları gibi birçok eski karara atıf yapmıştır. 

İKİNCİ BÖLÜM

GECİKME NEDENLERİ, BU GECİKMELERİN TELAFİSİ,

MAKUL DÖNEMİN BULUNMASI

İkinci bölüm aşağıdaki husuları ele alır:

1. AHİM kararlarından, AHİM’in ve Komisyonun kabul edilebilirlik karalarından ve Mahkeme Kararlarının İcrası Departmanı tarafından sağlanan materyallerden açıkça veya dolaylı olarak ortaya çıktığı şekliyle gecikme nedenleri,

3 çeşit esaslı gecikme nedeni vardır:

·  Adalet ve yargı sistemi dışındaki nedenler, bir diğer ifadeyle politik ve ekonomik içerikli nedenler

·  Bütün yargılama çeşitlerinde ortak olan nedenler

·  Niteliklerine göre hukuk, ceza veya idari olmak üzere belirli kategorideki yargılama çeşitlerinde geçerli olan nedenler

2. AHİM’in ihlal kararları sonrası iç hukuk sistemlerinde yapılan ana reformlar ve uzun yargılamanın neticesinde ortaya çıkan zararı tazmin için veya hızlandırılmış yargılama süreçleri için oluşturulan iç hukuk çözüm yolları,

3. Makul olarak değerlendirilen zaman,

I. GECİKME NEDENLERİ

A. Harici Gecikme Nedenleri

·       Gecikmenin kaynağı: Büyük, esaslı siyasi olaylar

Mahkeme tarafından, siyasi olayların dikkate alınması, sözkonusu davanın ilk derece mahkemesinde olmasına veya Anayasa Mahkemesi tarafından incelenmiş olmasına göre değişiklik arzeder. 

Bu farklılık Süssmann – Almaya kararında ve daha sonraki kararlarda somutlaştırılmıştır. 1990 yılında yeniden birleşme aşamasında olan Almanya, yeniden birleşmeyle bağlantılı esaslı konularla bunalmış olan Anayasa Mahkemesindeki iş birikmesinin neticesi olarak bir kaç yıl süreyle ihlal kararlarının konusu olmuştur. Bu davalardan birçoğu 1945 ile 1949 yılları arasında Almanyanın Sovyet işgali altındaki bölgesinden tarım reformunu takiben ya da Demokratik Almanya Cumhuriyetinde 1949 yılı sonrası meydana gelen kamulaştırma uygulamalarının mağdurlarına tazminat verilmesi ile ilgili idi.

16 Eylül 1996 tarihli Süssmann – Almanya kararında (§§55-57) Mahkeme[63], “Anayasanın koruyucusu olma görevi Anayasa mahkemesini, bazen davaların sadece mahkemenin listesine girdiği tarihe göre sıralamaktan ziyade, davanın niteliği ve onun siyasi ve sosyal açılardan önemi gibi başka faktörleri de göz özüne almasını özellikle gerektirir” şeklinde tespitte bulunmuştur.   Bir çok memuru etkileyen ek emeklilik ödemelerinin miktarı ile ilgili bu davada, AHİM makul süre şartı ile daha genel bir prensip olan adaletin doğru tatbiki arasında doğru bir denge kurmak zorundaydı, ki bu durum Anayasa mahkemesinin 24 davayı birlikte gruplandırmasını ve yine Anayasa mahkemesinin Almanyanın birleşmesi ile bağlantılı olan ve eski Demokratik Almanya’dan 300.000 memurun iş sözleşmelerini etkileyen bir dizi diğer acil davalara öncelik vermesini haklı çıkarıyordu. AHİM, başka bir mahkemeden ziyade bir şahıs tarafından Anayasa Mahkemesine götürülen bu davada, Sözleşmenin ihlal edilmediğine karar verdi.

Mahkeme 2 Mart 2005 tarihli Von Maltzan ve diğerleri, Von Zitzewitz ve diğerleri, Man Ferrostaal ve Alfred Töpfer Stiftung – Almanya  kararında da “demokratik ülkelerde Anayasa Mahkemesinin özel rolünü tanımlayan bir kaç yıl önceki Süssmann içtihadına atıf yapmış ve  uzun yargılama noktasından başvuruyu kabul edilemez bulmuştur.

Yine birçok kabul edilemezlik kararında[64] Mahkeme, konuların karmaşıklığı ve Süssmann içtihadına uyumları dikkate alındığında Anayasa Mahkemesindeki süreçler için harcanan zamanın aşırı olmadığına karar vermiştir. 

Trikovic – Slovenya[65]kararı eski Yugoslavya’nın dağılması ile ortaya çıkan yeni ülkelerin durumuna işaret eder: Sırp orijinli bir Slovenyalı olan başvurucu, Anayasa Mahkemesinde askeri emeklilik maaşına ilişkin yaptığı başvurusunun çok yavaş olarak ele alındığını iddia etmiştir. (2 yıl 7 aylık bir sürede). Ancak AHİM, “Başvurucunun dosyasının, eski Yugoslavya askeri personeli tarafından oluşturulan çok aşırı karmaşık olan uyuşmazlıklara dair uzun bir silsilesinin ilki olduğunu ve bu durumun Anayasa mahkemesinin davayı detaylı bir şekilde incelemesine yol açtığını belirterek, Slovenya Anayasa mahkemesindeki sürecin makul süreyi aşmadığına karar vermiştir.

Bunun tersine, gecikmeler normal mahkemelerden kaynaklanıyorsa, düzensiz politika ve genel bir içeriğe rağmen, AHİM ilgili Devlete karşı 6/1 maddenin gereği olarak onun sözleşmeden doğan yükümlülüklerini hatırlatma hususunda daha fazla talepkarlık göstermektedir.  (Anayasa Mahkemesindeki hoşgörüsüne nazaran)

1978’de demokrasiye dönmesi ile birlikte İspanya, önemli yargısal problemlerle karşılaştı. 7 Temmuz 1989 tarihli Union Alimentaria Sanders SA kararında, Mahkeme “İspanyanın demokrasinin restorasyonu sırasında bir çok zorlukla baş etmek zorunda kaldığını ve İspanya otoriteleri tarafından halkın adalete erişimini geliştirmek için ve yargı sistemini iyileştirmek için gösterilen gayretin taktir edildiğini ve fakat Sözleşmeyi onaylayarak İspanyanın 6/1 maddesinin gereklerini karşılamayı garanti edecek biçimde yargı sistemini organize etme sorumluluğu altına girdiğini” belirtmek suretiyle bu konudaki hassasiyetini vurgulamıştır.

İçtihat örnekleri

Mahkeme daha önceki Süssman içtihadını, 25 Şubat 2000 tarihli Gast ve Popp - Almanya kararında şu ifadelerle yeniden tekrar etmiştir: “6. Madde bir yandan yargısal süreçlerin hızlı olmasını gerektirirken, diğer yandan adaletin doğru bir şekilde tatbikine dair genel prensibe de vurgu yapar.”

Mahkeme bu hususu, Anayasa mahkemelerinin anayasa koruyucusu olarak rolü ve bu mahkemelerin, sosyal ve siyasi olarak daha önemli olan bazı davalara vermesi gerektiği öncelik dikkate alındığında makul sürenin genel mahkemeler ve anayasa mahkemeleri için aynı şekilde yorumlanamayacağına ilişkin Hükümetin itirazını kabul ettiği, Portekiz Anayasa mahkemesi ile ilgili olarak 25 Temmuz 2002 tarihli Rosa Marques ve diğerleri – Portekiz davasında (Fransızca), yeniden teyit etmiştir.  Bununla birlikte AHİM, herhangi bir özel karmaşıklık bulunmayan kamulaştırma prosedürü ile ilgili olan davanın, dört değişik yargı seviyesinde 8 yıl 2 ay sürmesi dolayısıyla 6/1. maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir.

Portekiz yargılama ve istinaf mahkemeleri ile ilgili olarak, bu ülke bir kaç yıl önce de aynı problemlerle karşı karşıya kalmış ve AHİM bu durumda da benzer ifadeler kullanmıştır: “Mahkeme, Portekiz’in ekonomik krizlere ek olarak sömürgelikten çıkma sürecinin zorlukları ile birlikte, birçok Avrupa ülkesinde eşi olmayan güç koşullar altında yürütülen ve yargı sistemini tamir sürecini de içeren, 1974 Nisanından beri devam eden demokrasinin restorasyonu sürecini göz ardı edemez”.[66] Bununla birlikte, Mahkeme bu davada Portekiz’in Sözleşmenin “davaların makul sürede bitirilmesini garanti altına alma” yönündeki sorumluluğunu ihlal ettiğine kanaat getirmiştir.

·       Gecikmenin kaynağı: Planlı ekonomiden Pazar ekonomisine geçiş

Bazı sözleşmeci ülkelerdeki ekonomik ve politik gelişmeler onların yargısal sistemlerinde ciddi değişikliklere neden olmuştur.

Berlin duvarının çökmesinden sonra Sözleşmeyi imzalamış devletlerle ilgili olan AHİM içtihatları, uzun yargılama süreleri ile Doğu Avrupa’daki ekonomik ve siyasal gelişmeler arasında bir bağlantı olduğunu ortaya koymuştur. Planlı ekonomiden pazar ekonomisine geçiş, vatandaşların yasa ve yargılamalarla ilişkilerinde ve yargıçların eğitimlerinde değişikliklere neden olmuştu, usul kanunlarında reformlara ve mahkemeler arasındaki sorumlulukların yeniden dağılımına yol açmıştır ki bunun karşılığı da yargısal süreçlerde gecikmeler şeklinde olmuştur.

20 Ekim 1998 tarihli Podbielski kararında, Mahkeme “Halen son kara bekleyen başvurucu ile ilgili olan problemin,  Polonya ile ilgili olduğunu” kabul etmiş ve “başvurucunun eylemi ile ilgili son kararın verilmesindeki gecikmenin geniş olarak devlet kontrolündeki sistemden, serbest pazar ekonomisine geçişten kaynaklanan yasal değişikliklerden ve davada mevcut olan ve başvurucunun talebi ile ilgili hızlı kararı etkileyen prosedürlerin karmaşıklığından kaynaklandığını” not etmiştir. Mahkeme bu açıdan “6. Maddenin, Sözleşmeci Devletlere yargı sistemlerini, mahkemelerinin davaları makul sürede bitirme şartı da dahil olmak üzere 6. Maddenin her bir şartını karşılayacak şekilde dizayn edilmesi görevini yüklediğini” hatırlatarak “ … bu yüzden bu davadaki gecikmenin esas olarak Milli otoritelere yüklenmesi gerektiğini”   belirtmiştir.

B. Bütün Yargılama Çeşitlerinde Ortak Olan Nedenler

1. Prosedürden Kaynaklanan Gecikmeler

Mahkemelerin ülke içinde düzensiz dağılımı, sıklıkla AHİM kararlarında “demografik ve ekonomik değişikliklere cevap vermede başarısız kalan coğrafi düzenlemelerden kaynaklanan aşırı iş yüküne işaret eden” problemleri ortaya çıkarmaktadır. 

İçtihat Örnekleri

Belirli mahkemelerdeki aşırı iş yükünden kaynaklanan problemler 7 Temmuz 1989 tarihli Union Alimentaria Sanders SA – İspanya kararında detaylı bir şekilde tarif edilmiştir. (Düşük dereceli mahkemelerin iş yoğunluğu - Her bir Barselona ilk derece mahkemesi ortalama 1800 davaya bakmak zorunda kaldı -,  Barselona istinaf ve temyiz mahkemeleri tarafından bakılan dava sayılarında 1982  ve 1984 yılları arasında %62’lik bir artış vb. gibi).

Benzer problemler birçok sözleşmeci devlette değişik şekillerde görülmüştür. İspanya davasında, devlet tarafından alınan esaslı tedbirlere rağmen, AHİM  iki aşamalı yargı sisteminde 5 yıl 2 aylık sürenin aşırı olduğu sonucuna ulaşmıştır.   

·         Gecikme nedeni: Hâkimlerin yetersiz sayısı ve tayinleri, değiştirilen veya görevde olmayan hâkimlerin yerine başkasının görevlendirilmemesi

Gecikme davaya bakan hâkimin istifasından, hâkimlerin atanmasındaki gecikmeler veya problemler veya ayrılanların yerinin doldurulmaması gibi sebeplerden kaynaklanabilir.

Bu konu hâkimlerin nasıl işe alındığı ve yönetildiği ile ilgilidir.

Bu problem, değişik dönemlerde birçok sözleşmeci devlette meydana gelmiştir ve mahkemelerin faaliyetlerini etkileyen mesela yetersiz destek personeli gibi başka zorluklarla birleşmiştir. Mahkeme devamlı olarak “6/1. Maddenin Sözleşmeci devletlere mahkemelerini, davaları makul sürede yargılama şartı da dahil olmak üzere onun her bir şartını karşılayacak şekilde dizayn etmeleri gerekliliğini empoze ettiğini”  vurgulamaktadır.  Eğer alınan tedbirler bu durumu geliştirmek için yeterli değilse, AHİM devletleri sorumlu tutmaktadır.  

Hâkim eksikliği bazen uygulanması halinde gecikmeyi engelleyecek usuli tedbirleri de engellemektedir. Guincho davasında, o tarihte geçerli olan Portekiz Medeni Usul Kanununun 159 ve 167. Maddeleri kapsamında, bir hâkimin bir müzekkere için talepte bulunması halinde, kalemin bu müzekkereyi ilgili mahkemeye sunmak için iki günlük süresinin olduğunu ve sunulan mahkemenin de bu müzekkerenin tebliği için 5 gün içinde talimat vermesi gerektiği ortaya çıktı. Ancak bu davada,  Aralık başında müzekkere yazılması talimatı veren hâkimin tayininin çıktığı ve yerine atan hakimin 18 Ocak’ta ve takip eden bir çok kere müzekkerenin yazımı için talimat verdiği fakat 18 Haziran’a kadar (6 ay) bu müzekkerenin hazırlanmadığı anlaşılmıştır.

İçtihat Örnekleri

İpoteğe itirazla ilgili birçok hukuk davasının birinde[67], sorumlu hâkim başka bir yere tayin edilmiş ve yerine yeni birisi atanıncaya kadar dava 18 ay süreyle atıl kalmıştır.

2 Temmuz 2008 tarihli ceza hukuku alanında 10 yıldır devam eden Nankov – Makedonya Eski Yugoslavya Cumhuriyeti davasındaki gecikmenin sebeplerinden biri hâkimlerin sıklıkla değişmesi idi.

7 Ekim 2010 tarihli Pokhalchuk – Ukrayna kararında Mahkeme, bir taşınmazın sınırlarının belirlenmesi ile ilgili olup karmaşık olmayan ve 10 yıldan fazla süren davadaki çeşitli gecikmelerin hâkim eksikliği ve tamamlanmamış mahkemelerden kaynaklanan ertelemeler nedeniyle olduğunu” not etmiştir. 

Daha yakın zamandaki örnekler bir kaç Belçika davasını özellikle de 24 Nisan 2003 tarihli Willekens – Belçika ve 28 Nisan 2005 tarihli Dumont – Belçika kararlarını kapsamaktadır. Bu kararda (Fransızca), Mahkeme “Brüksel istinaf mahkemesinin ilk derece mahkemesi olarak baktığı davadaki gecikmenin asıl sebebinin, yargıçların hem Fransızca hem de Dutch dili bilmesi zorunluluğunu arayan işe alma sürecindeki zorluklar” olduğunu belirtmişti.[68]

13 Mayıs 2008 tarihli Wauters and Schollaert - Belçika kararında Mahkeme süreçteki aşırı uzunluğun soruşturma aşamasında görev alan polis sayısındaki yetersizlik olduğu tespitinde bulunmuştur

Mahkemelerdeki teraküm, dava sayısının kaynaklara nazaran daha fazla oranda artmasından meydan gelir ki bu da aşırı yargılama sürelerinin ana faktörlerinden birisidir

Mahkemelerdeki iş sayısındaki artış arızi olursa problem teşkil etmez. Bir diğer yandan eğer bu artış uzun sürerse, Strasburg Mahkemesi, Devletlerin terakümle mücadele adına tedbir uygulamalarının yetersiz kalması durumunda, milli otoritelerin sorumluluğunun doğduğuna karar vermektedir. Yukarıda bahsedilen Guincho davasında örneğin, Mahkeme, dava sayısındaki öngörülen artış dikkate alındığında, mahkemelerdeki iş yığılmasını çözmek için Devlet tarafından tedbirlerin çok geç alındığını ve bunların da çok az olduğunu ifade etmiştir. 

Avrupa Mahkemesi Tarafından Önerilen Reform

Bu konu, mahkemelerdeki iş sayısındaki aşırılık sonrası, dava stoku sayısındaki büyüme ve eski veya elde bulunan davalara öncelik verilmesi gerçeği ile ilgilidir.

Mahkeme, yukarıda bahsedilen Union Alimentaria Sanders SA isimli İspanya davasında şu şekilde ilkeler belirlemiştir: “Bu gibi durumlarda (mahkeme iş sayısındaki geçici birikme durumunda), geçici bir hızlandırma olarak, davaların aciliyeti ve önemi temelinde, davaların ele alınacağı özel bir sıralama yapmak uygundur. Fakat bir davanın aciliyeti zamanla artar ve bunun sonucunda eğer kritik durum devam ederse, bu çeşit hızlandırmalar yetersiz kalır ve Devlet 6/1. maddenin gereksinimleri ile uyum sağlayabilmek için daha etkin başka tedbirleri de almak zorunadır.

·         Gecikme Nedenleri : Hâkimlerin Yargı Dışı Aktiviteler İçin Harcadıkları Zaman

Bir takım İtalyan davaları ve diğer davalar, hâkimlerin, suç önleme komitesi başkanlığı, seçimlerin takibi vb gibi kanunen yapılması zorunlu olan yargı dışı aktivitelere katılmalarının onların duruşmalara ve karar vermeye harcayacakları zamanı önemli oranda azalttığını göstermiştir.  Bu yüzden adalet personeline ait istatistikler, hâkimlerin efektif çalışma süreleri hakkında ilgili yanılgılara neden olacaktır.

İçtihat Örnekleri

Capuano davasında gecikmeler için daha başka nedenlerde vardı, fakat AHİM “duruşmanın 24 Ocak 1978 tarihine ertelendiğine fakat belediye seçimleri dolayısıyla 31 Ocak’a kadar yapılmadığına da” dikkati çekmiştir.

·  Gecikme Nedenleri: İlk dereceli mahkemelerde sistematik olarak heyet halinde çalışan hâkimlerin kullanılması

Hâkimler heyeti kullanılması, “mesleki işbirliği prensibi”, yargıdaki insan gücünün etkisiz bir şekilde kullanılması ile bağlantılı olarak, gecikmelerin kaynağı olabilir. Heyet üyelerinden biri yoksa veya duruşmaya çıkamayacak durumdaysa veya tayin olmuşsa, duruşmalar ertelenebilmektedir.  AHİM içtihatları ceza yargılamalarına ek olarak, hukuk yargılamalarında da bu çeşit ertelemelere dair fotoğraf sunmaktadır. Ek olarak, her ne kadar heyet tarafsızlığın bir garantisi olarak ele alınsa da, onların küçük davalar için ve küçük miktarlı uyuşmazlıklarda bile kullanılması önemli miktarda hâkime ihtiyaç duyulmasına yol açmaktadır. 

28 Temmuz 2001 tarihli Bento da Mota – Portekiz kararı bir örnektir. Bir küçük hukuki sorumluk davasında, iki duruşma daha alt dereceli mahkemedeki hakimin yokluğu nedeniyle iki kez ertelenmiştir. Başka sebeplerden kaynaklanan daha farklı gecikmelerde vardır ve bilirkişi raporu sunulduktan sonra 3 yıldan fazla zaman kaybedilmiştir.     

Mesleki işbirliği prensibi, İtalya’daki gecikmelerin bir nedeni olarak değerlendirilmiştir.

Milli reformlar:

İtalya’da 1995 yılında, sulh mahkemelerini kuran ve 1999 yılında tek hâkimli mahkemeleri kuran reformlar yapıldı: Tek hakimli ilk derece mahkemelerinin yargı yetkisi önemli oranda arttırıldı.

98-1231 numaralı ve 28 Aralık 1998 tarihli Fransız kararnamesi hukuk mahkemelerinde tek hâkim kullanılmasına imkân verecek şekilde genişletildi. 2002 yılında buna ek olarak küçük taleplerle ilgilenmek üzere yerel mahkemeler kuruldu.

Yargısal hareketsizlik (özellikle belirli süre boyunca herhangi bir usuli muamele yapmama), milli otoriteler tarafından doğru bir şekilde gerekliliği ispatlanmadıkça, daima Mahkeme tarafından kabul edilemez bulunmuştur.[69] Bir Portekiz davasında (Fransızca) Mahkeme, uzlaştırma girişimi ile hazırlık kararı arasındaki toplam 4 yıl ve 11 ay süren eylemsizliği kabul etmemiştir.[70]

İçtihat Örnekleri

Piron – Fransa davasında[71]parsellerin dağılım oranına başvurucuların itiraz ettiği tarımsal arazilerin tapulanması davasında çok fazla eylemsiz dönemler ortaya çıktı. Bu eylemsizlik periyodu, kararını İdare mahkemesi kararından sonra 6 yıl 6 ay içinde veren Arazinin Yeniden Düzenlenmesi Ve Tapulama Komisyonu Departmanında ve İdare Mahkemelerinin kendi bünyesinde özellikle de davanın kendisine gönderildiği tarihten 4 yıl sonra kararı veren Danıştay’da meydana geldi.

Yaklaşık 8 yıl süren ve temyize giden bir Yunan ceza davasında[72] Mahkeme, bir kısım eylemsiz zamanın milli otoritelere atfedilebileceğini not etti. “AHİM, Selanik Ceza İstinaf Mahkemesindeki istinaf yargılamasında bazı eylemsiz dönemlerin olduğunu not eder. Başvurucu 18 Şubat 1988 tarihli temyizinden sonra, dava ilk duruşma için tarihin belirlendiği 6 Ekim 1989’a kadar 1 yıl 8 ay süreyle atıl kalmıştır. Buna ek olarak, 6 Ekim 1989 tarihinden sonra dava için 4 kez yeniden duruşma günü belirlenmiştir. (19 Nisan 1991, 8 Şubat 1993, 5 Aralık 1994 ve 12 Şubat 1996)”.  

Lavents – Litvanya kararında (Fransızca), Mahkeme bir dizi hâkimin çekilmesi ile davanın yeni bir heyetle yeniden başlaması arasında geçen 10 yıl 28 günlük dönemi eleştirmiştir.

19 Şubat 1991 tarihli Santilli kararında Mahkeme, yaklaşık 6 yıl 9 ay süren yargılamanın 6. maddeyi ihlal ettiğini belirtmiş ve “yaklaşık iki yıl süreyle eylemsiz kalan (28 Haziran 1982 – 20 Temmuz 1984) ve çok uzun sürelerin geçmesine neden olan” alt dereceli mahkemeyi eleştirmiştir. 

Delic - Hırvatistan[73] kararı başvurucunun birkaç davalıya karşı başlatmış olduğu hukuki uyuşmazlık davasında benzer hatalı uygulamaları ortaya çıkarmıştır. Mahkeme her bir yetkili organ önündeki eylemsiz olarak geçirilen dönemlere dikkat çekmiştir: 2 yıl 10 ay bir organ için, 2.5 yıl bir diğeri, 1 yıldan fazla üçüncüsü için ve 1 yıl 6 ay dördüncü yetkili organ önünde. 

Atanasović – Makedonya eski Yugoslav Cumhuriyetim davasında, ilk derece mahkemesi davanın bir kaç yıl sürüncemede kalmasına yol açacak şekilde nedensiz olarak eylemsiz kalmıştır.  

·         Gecikme Nedeni: Mahkemenin hareketsizliği ve delile dayanma prensibi

İster çok açık, isterse de (örneğin duruşma günleri çok uzun sürelerle belirlendiğinde olduğu gibi) göreceli eylemsizlik, çoğunlukla bir delil elde etme ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Taraflar devamlı bir şekilde, davayı ilerletmek için gerekli olan kişisel veya mali bilgilerini güncellemek zorunda kalabilmektedirler.

İçtihat Örnekleri

21 Haziran 2005 tarihli Kubiznakova – Çek Cumhuriyeti kararı (Fransızca), özellikle iyi bir örnektir. Bu dava boşanmadan önce velayet yetkisinin kullanılması ile ilgili idi ve yargılamanın yavaş seyri tarafları gelirleri hakkında tekraren bilgilendirme yapmak zorunda bırakıyordu ve bu da karşılığında diğer taraf tarafının itirazına yol açıyordu. 

·         Gecikme Nedeni – Usul Kurallarına İlişkin Sistematik Eksiklikler 

AHİM zaman zaman, açıkça milli yasalarla ilişkili olan ve esaslı reformlar gerektiren gecikme nedenleri ile karşılaşmaktadır. Bu durum, aynı davanın kesintisiz olarak yeniden incelenmesine (tekrar tekrar görülmesine)  izin veren usuli kuralların var olduğu Polonya, Slovenya, Hırvatistan, Ukrayna, Macaristan, Bulgaristan gibi bir takım Doğu Avrupa ülkelerinin karakteristiğidir. 25 Kasım 2003 tarihli Wierciszewska – Polonya kararında, Avrupa Mahkemesi bu çeşit yanlış uygulamayı şu şekilde ifade etmiştir: “Gecikme esas olarak davanın tekrar görülmesinden kaynaklanmıştır. Her ne kadar AHİM, milli devletin mahkemelerinin içtihatlarının kalitesini analiz etme pozisyonunda olmasa da, davaların yeniden incelenmesi için geri gönderilmesine alt dereceli mahkemelerin hataları neticesinde karar verildiği için, AHİM, bir tek dava silsilesinde bu çeşit geri gönderme kararların çokluğunun, bu yargı sisteminde ciddi bir eksikliğin varlığını ortaya çıkardığını düşünmektedir.”[74] 

İçtihat Örnekleri 

6 Nisan 2010 tarihli Floarea Pop – Romanya kararında Mahkeme, 7 yıl 10 ay süren bir idari sorumluluk davasındaki gecikmenin ana sebeplerinden birinin mahkemeyi tekraren davayı ertelemekten alıkoyan bir yasal düzenlemenin var olmamasından kaynaklandığını belirtmiştir.

·         Gecikme Nedeni: İdari ve Adli Mahkemelerin Varlığı Nedeniyle Ortaya Çıkan Zorluklar

Birçok ülkede iki çeşit yargı sistemi vardır (örneğin Yunanistan, Fransa, Belçika, Avusturya) ve bunlar bu ülkelerin yargı sistemlerinin bütüncül bir parçasıdır. Bu bazen gecikmeye yol açabilir. Eğer bir yargılama aynı anda iki yargı kolunda da başlatılmışsa, başvurucular hangi mahkemenin yargı yetkisine sahip olduğu konusunda tereddüt yaşayabilirler veya yargılamanın durması söz konusu olabilir.

İçtihat Örnekleri

Hem idari mahkemelerin (idari makamın emrinin yasallığı ile ilgili) hem de bölge mahkemesinin (gözaltına alma kararının doğruluğu ile ilgili) yargı yetkisinden doğan bir psikiyatri hastanesine zorunlu kabul ile ilgili Nouhaud – Fransa kararı (Fransızca)  bu çeşit düzenlemelerden kaynaklanan problemlerle ilgili açık bir görüntü sunmaktadır. Yargı yetkisinin bu şekilde çakışması, yargılamanın sadece Danıştay aşamasında 3 yıl 6 ay sürdüğü (AHİM aşırı bulmuştur) idari yargının neticesini bekleyen adli mahkemede yargılamanın durmasına neden oldu.

Engelli bir kimsenin işten çıkarılması ile ilgili olan Obermeir davasında[75], adli ve idari yargı makamları arasındaki karşılıklı eylemler gecikmelerin ana nedeni idi.

2. Yargılamanın Başında Ve Yargılama Süresince Gerçekleşen Gecikmeler

·         Gecikmenin nedeni: Adli yardımın verilmesi ya da bu konudaki talebin geç reddedilmesi

Savunma haklarına saygı göstermek için, davaya bir avukat atanmasına imkân sağlayan ve bazen ilgili başvurucu üzerinde yetkinin devamına olanak tanıyan adli yardım talepleri, sıklıkla ilk duruşma tarihini belirlemede gecikmelere neden olmaktadır.

İçtihat Örneği

9 Nisan 2002 tarihli Mangulade Pinto Fransa kararında, AHİM başvurucu tarafından temyize gidebilme amacıyla yapılan adli yardım talep tarihi olan 17 Nisan 1997 ile adli yardım bürosunun başvuruyu reddettiği 26 Kasım 1997 tarihi arasındaki 7 aylık süreç uzunluğunu eleştirmiştir.

·         Gecikmenin nedeni: Tarafların, tanıkların ve sanıkların celbinde başarısızlık veya yasal olmayan celpler

Bu durum, genellikle mahkeme kalemlerinin toplu bir celp müzekkeresi hazırladıklarında ortaya çıkan bir problem olduğu gibi kötü bir şekilde düzenlenmiş kurallar nedeniyle de olabilir.

İç hukuk düzenlemelerinin, tanıkların usulüne uygun çağrıya rağmen geçerli bir mazereti olmaksızın duruşmalara gelmemelerini cezalandırdığı ya da onları polisle getirmeye izin verdiği durumlarda, AHİM milli mahkemelerin yargılamaları hızlandırmak için bu yetkileri kullanmamalarını eleştirmektedir. 

İçtihat Örnekleri

4 Ekim 2001 tarihli uluslararası sahtecilik suçuna ilişkin Howecki – Polonya kararında, Mahkeme tanıkların hazır bulunmaması dolayısıyla 1 yıllık bir süreyle duruşmaların ertelenmesini eleştirmiştir. Yargılamalar 7 yıl 10 ay ve 7 gün sürmüş ve AHİM karar verdiğinde halen derdesttir. Bu sürenin 2 yıl 10 ayına otoritelerin 6. Maddeyi ihlal eden davranışlarının neden olduğu düşünülmüştür.

AHİM’in, Polonyayı 6. Maddenin ihlali nedeniyle suçlu bulduğu 9 yıl 6 ay süren (bunun 8 yıl 4 ayı AHİM’in yargı yetkisi kapsamında kalmaktaydı) bir hakaret davasına ilişkin 11 Temmuz 2000 tarihli Trzaska – Polonya kararına da atıf yapılmalıdır. 30 Eylül 2004 tarihli Kuibichev – Bulgaristan kararında Mahkeme “Bulgaristan mahkemelerine atfedilebilecek özellikle tanıkların yokluğu nedeniyle verilen ertelemeler konusuna ve bu tanıkların mahkemede hazır bulundurulması adına alınan tedbirlerin yetersizliği konusuna değinmiştir.

30 Nisan 2009 tarihli veraset meseleleri ile ilgili olan Roubies - Yunanistan kararında Mahkeme, “yerel mahkemenin tanık beyanlarını tamamlayabilmek için 26 ay harcadığını ve diğer faktörlerle birleşen bu durumun 14 yıllık aşırı uzun yargılama süresine neden olduğunu” belirtmiştir. Bir başka davada yani 2 Eylül 2010 tarihli Mincheva – Bulgaristan kararında Mahkeme “Bulgaristan otoritelerinin, bir aile hukuku davasında dava taraflarından birini mahkemede hazır bulundurmak için geçerli bir celp hazırlamakta başarısız kaldığını” not etmiştir.  

8 Ekim 2004 tarihli Djangozov - Bulgaristan kararında AHİM “ceza yönünün medeni hukuka göre öne çıktığı bir marka davasında açıklanamayan eylemsiz dönemlere ek olarak, iki duruşmanın sanıkların doğru bir şekilde celb edilememesi nedeniyle ertelendiğini” not etmiştir.  

AHİM Volf davasında[76], “yerel mahkemenin tanıkların hazır bulundurulmasına dair zorunluluğu yerine getirmediğine ve böylece tekrarlayan ertelemelere neden olduğuna” dair başvurucunun iddialarını kabul etti. 

·         Gecikmenin nedeni: Talimat hakiminin belirlenmesi için harcanan zaman

Bu çeşit gecikme birbirini takip eden birkaç otoritenin davayı yürütmesi halinde ve her bir aşamada görevlendirmelerin yeni bir gecikmeye neden olduğu zamanlarda daha ciddi bir hal alır.

İçtihat Örnekleri

29 Nisan 2003 tarihli, 4 dereceli mahkeme sisteminde 7 yıl 8 ay süren, ortak mülkiyetle ilgili Martial Lemoine – Fransa kararında, Avrupa hâkimleri, gereksiz ve sadece milli otoritelere atfedilebilecek sadece tek bir dönemi tespit etmişler ve “Yüksek Mahkemenin yasal danışman ataması için harcadığı 8 aylık sürenin çok uzun olduğunu” belirtmişlerdir.  

·         Gecikme nedeni: Temel uygulama yasalarının geç yürürlüğe girmesi

Mahkeme, tarafların davayı ilerletmeleri yolunda dezavantaj oluşturan bu çeşit gecikmeleri eleştirmiştir. İdari otoriteler için, yasaların uygulanmasına dair gerekli uygulama yönetmelikleri makul sürede yayımlamalarına dair bir zorunluluk tavsiye edilebilir. 

İçtihat Örnekleri

26 Nisan 1996 tarihli, HIV virüsü kapmış başvurucunun sağlık durumu karşısında,  istisnai bir gayretin gerektiği Vallée – Fransa kararında, kan transferi mağdurlarına tazminat sağlayan 31 Aralık 1991 tarihli yasanın yayımlanması ile onun uygulama tüzüğünün yayımlandığı 12 Temmuz 1993 tarihi arasında 1.5 yıllık süre geçmişti.[77]

29 Eylül 2006 tarihli Počuča – Hırvatistan kararında, 1998 yılında Anayasa mahkemesinin bazı emeklilik hakları ile ilgili düzenlemelerin anayasaya aykırılığına dair kararı neticesi oluşan ve Emeklilik Fonları bölgesel ofislerine 427800 başvuru yapılmasını netice veren bir yasal boşluk nedeniyle ihlal kararı verildi. Bu yasal boşluğu doldurmak için gerekli olan yasal düzenlemeler 2004 ve 2005 yıllarında yapıldı.[78] 

·         Gecikmenin nedeni: Alt dereceli mahkemeden üst dereceli mahkemeye dosyanın geç gönderilmesi veya delillerin ulaştırılmasında gecikme

Bu problem, mahkeme kalemlerinin organizasyonunda ve dosyaların iletilmesinde kötü uygulamaları göstermektedir.

İçtihat Örnekleri

Martins Moreira – Portekiz kararı bir medeni hukuk örneği sunmaktadır. “başvurucunun 13 Ekim 1982 tarihinde bir itiraz dilekçesi vermesinden sonra, Evora Mahkemesi kalemi dosyayı İstinaf Mahkemesine göndermek için 23 Haziran 1993 tarihine kadar beklemiştir. Bu geçen zamanda, sadece çeşitli layihalar dosyaya girmiş ve ilk derece yargılaması ile ilgili masraflar ve harcamalar kaleme alınmıştır.”

Bu çeşit gecikmeler, Mahkemenin başvurucunun temyizi ile dosyanın Yüksek mahkemeye geldiği tarih arasında geçen 15 ay 15 günlük süreyi eleştirdiği 26 Mayıs 1993 tarihli Bunkate – Hollanda kararında gösterildiği gibi ceza yargılamalarını ve esasa ilişkin temyizleri de etkileyebilmektedir.

10 Nisan 2008 tarihli Mihalkov – Bulgaristan kararında Mahkeme “başlangıç aşamasında gerçekleşen esas gecikmenin mahkemenin yetkisi ile ilgili olduğunu” belirtti. Mahkeme yetki sorununun çözüme kavuşturulması için harcanan 3 yılın ilk usuli mesele açısından açıkça aşırı olduğu sonucuna vardı.

- Avukatlar : Calvelli davası ve 17 Ocak 2002 tarihli  Ciglio – İtalya davalarında olduğu gibi, avukatların grevi duruşma günlerini belirleme sırasında gecikmelere neden olabilir.  Devlet, bu grevlerin mahkemelerin faaliyetleri üzerindeki etkilerini sınırlandırmalıdır. AHİM bu yüzden, Devletlerin “yargısal sistemlerini herkesin nihai mahkeme kararını elde etmeye dair haklarını garanti alacak şekilde dizayn etmek” şeklinde sorumlulukları olduğunu belirterek, Hükümetin “gecikmenin çoğunun avukatların grevi nedeniyle gerçekleştiği” şeklindeki itirazını reddetti. (22 Mayıs 2008 tarihli Tsilira – Yunanistan kararı)

Mahkemenin başvurucunun ve onun avukatının yargılamanın uzun sürmesine etki ettiğini düşündüğü (yaklaşık 1 yıllık gecikme onların sorumluluğun verilebilirdi) 24 Mayıs 2005 tarihli İntiba – Türkiye davasında olduğu gibi, bir avukatın davanın taraflarından birini temsili sırasında gösterdiği gayret eksikliği gecikmeye neden olabilir. Bazen başvurucu arka arkaya değişik avukatları istemeyerek gecikmede rol oynayabilir. (28 Mart 2002 tarihli Klamecki – Portekiz kararı)

- Gayri resmi kamu organları : Belediyeler (8 Temmuz 1987 tarihli H - Birleşik Krallık davasındaki Belde Konseyi) veya belediye sosyal servisleri gibi diğer kamu organizasyonları (örneğin Helsinki sosyal bürosu)[79] yasal prosedürlerle ilgili bilgi vermeleri istendiğinde ya da bu çerçevede davaya katılmaları istendiğinde gerekli gayreti göstermemeleri halinde Devletin sorumluluğu doğabilir. Fakat uygun (mazerete dayanan) gecikmelere saygı göstermek ilgili mahkemelerin sorumluluğundadır.   

İçtihat Örnekleri

İlgili güvenlik kurumunun davranışı, 23 Eylül 1987 tarihli Robins- Bileşik Krallık davasında bir sorundu. AHİM ek olarak “Mahkemeler başka organların görüşlerini sorduklarında, son süreye riayeti takipten sorumlu olacaklarını hatırlatır.” tespitinde bulunmuştur.

Davalar devam ederken hukuk ve ceza alanında yapılan reformlar, yargı yetkisinin bir mahkemeden başka bir mahkemeye geçmesinde neden olabilir ve bu da dosyaların transferi için ve duruşmaları ayarlamadan önce ilgili davaları tanımaları gerekecek yeni hâkimlerin atanması için bir zamana ihtiyacı doğurur. 

İçtihat Örnekleri

30 Eylül 2004 tarihli The Krastanov – Bulgaristan kararı bu konuda güzel bir örnek sunar. Yargıtay, hukuk usulü yasasında yapılan reformu takiben artık yargı yetkisine sahip olmaması nedeniyle, dosyayı yeni oluşturulan temyiz merciine gönderdi. 28 Ekim 1997 tarihinde dava Yüksek mahkemeye açıldı, yeni hukuk usulü yasası 1 Nisan 1998 tarihinde yürürlüğe girdi ve daha sonra 9 Temmuz 1998 tarihinde temyizler yeni kurulan temyiz merciine gönderildi, Ekim 1998 ile Nisan 1999 arasında duruşmalar icra edildi ve 5 Mayıs 1999 tarihinde yani davanın ilk  Yargıtay’a açıldığı tarihten itibaren 1 yıl 7 ay sonra karar ortaya çıktı. 8 Mart 2007 tarihli Dimov – Bulgaristan kararında, Mahkeme “mevcut davayı etkileyen gecikmelerden bazılarının Bulgaristan yargı sisteminde yapılan reform nedeniyle olduğunu kabul edebileceğini fakat gecikmenin asıl nedenlerinin 1 Nisan 1998 tarihli reformların öncesine dayandığını” ifade etmiştir.

Bir İtalyan davasında[80], dava devam ederken iş mahkemesi uyuşmazlıklarını düzenleyen usul yürürlüğe konuldu. Bu düzenleme ilk derece sulh mahkemelerine ve bölge istinaf mahkemelerine yargı yetkisi verdi fakat bu düzenleme derdest olan davaları kapsamıyordu.  Buna rağmen, yeni yasal düzenleme yargılamanın 4 yıl süreyle soruşturma hâkiminin önünde beklemesini netice verdi.

·         Gecikme nedenleri: Duruşmaları engellemek ya da geciktirmek için kullanılabilen ve herhangi bir telafi yolu olmayan (bu durumu engellemek için tedbirler içermeyen) hukuk ve ceza usulü maddeleri 

Tarafların bazı usul kurallarını davayı geciktirmek için kullanmaları mümkün olabilmektedir.  Bu,  örneğin, taraflardan birinin hukuk mahkemesinin yargı yetkisine itiraz etmesi durumunda yargılamanın otomatik olarak durduğu ve ceza yargılamalarında, taraflara herhangi bir zaman sınırlaması olmaksızın yargılama devam ederken yeni deliller sunma imkânı veren eski İtalyan sisteminde mümkündü. 

Bir ya da daha fazla bilirkişinin katılımı ile ilgili gecikmeler hukuki, cezai ve idari yargılamalarda ortak olan bir problemdir ve değişik şekillerde karşımıza çıkar.

a) Yargısal eylemsizlik yüzünden bilirkişi atanmasındaki gecikmeler:

 Her ne kadar Danimarka’da taraflar bilirkişinin atanmasını teklif edebilseler de, Adaletin Yönetimi yasası kapsamında, Mahkemeler onların taleplerini kabul etmek zorunda değildirler. Yukarıda bahsedilen A ve diğerleri – Danimarka davasında AHİM, Danimarka mahkemesini, “taraflara neredeyse iki yıl süreyle kimi bilirkişi olarak atayacakları, hangi soruların sorulacağı hususlarında herhangi bir müdahalede bulunmaksızın tartışma yapma imkânı vermesi” sebebiyle eleştirmişti. 

b) Yetki alanını aşan bilirkişiler

Bu çeşit durumlar, zorluklar ve gecikmeler meydana getirir ve ikinci bir görüşün alınmasına yol açar. AHİM devamlı olarak, “her ne kadar bilirkişiler raporlarını kaleme alırken tam bir yetkinliğe sahiplerse de halen mahkemenin gözetimi altında olduklarını ve bu durumun da bilirkişilerin düzenli olarak değerlendirilmesini gerekli kıldığını” vurgulamaktadır.

İçtihat Örneği

10 Temmuz 2001 tarihli Versini - Fransa kararında (Fransızca), Mahkeme bilirkişinin meydana gelen zararı değerlendirmek olan faaliyet konusunu (yetkisini) aştığı sonucuna ulaşmıştır. Bu durum başvurucunun ikinci bir bilirkişi incelemesi talebinde bulunmasına ve bu sebeple yargılama süresinin uzamasına yol açmıştır. 

c) Mahkeme tarafından bilirkişiye verilen sürenin abartılı derecede uzatılması

18 Aralık 2003 tarihli Pena - Portekiz kararında AHİM, “Bilirkişinin değerlendirmesinin davanın hızlı bir şekilde ilerletilmesi sorumluluğunu taşıyan mahkemenin kontrolü altında olan bir yargılama süreci olduğunu” vurgulamıştır. Bu davada, bir devlet bilim laboratuvarının 60 gün içinde yani 19 Kasım 1996 tarihinde raporunu vermesinin gerektiği fakat hukuk mahkemesinin birçok kez süre uzatımından sonra 15 Mayıs 2000 tarihine kadar bu raporu verememesi söz konusu idi.[81]

Bir Yunan davasında, temyiz mahkemesi 15 Şubat 1994 tarihinde bir bilirkişi raporu talep etti fakat ancak 16 Eylül 1994 tarihinde bilirkişi atadı. 21 Mart 1995 tarihli duruşmadan sonra, mahkeme davayı yeniden incelemeye karar verdi ve bilirkişiden daha fazla açıklama istedi fakat bu duruşmada 8 Nisan 1997 tarihinde yapıldı. Karar 28 Temmuz 1997 tarihinde verildi ancak 22 Mayıs 1998 tarihinde yayınlandı.

İrtifak hakkı ile ilgili Capuano davası, bilirkişi raporlarından kaynaklanan problemlere ilişkin bir başka iyi örnektir.  14 Mart 1978 tarihinde mahkeme bilirkişiyi 60 gün içinde raporunu vermek üzere atamış fakat birçok gecikme sonrasında 5 Temmuz 1979 tarihinde rapor düzenlenmiştir ve bu da hemen taraflardan birinin özel bir bilirkişi raporu talebi ile karşılaşmıştır

d) Gayret yoksunluğu durumlarında bilirkişilerin cezalandırılmaması:

Avrupa Mahkemesi, “bir uzmanın mahkemede, yargılamaya hazırlık ve onun hızlı bir şekilde ilerletilmesinden sorumlu olan hâkimin gözetimi altında çalıştığını” belirterek yeniden ülke mahkemelerinin eylemsizliğini eleştirmektedir.[82]

İçtihat Örneği

23 yıllık yargılama süresi olan ve halen derdest olan basit bir sözleşme sorumluluğu davası ve kararın uygulanmasına dair 26 Eylül 1996  tarihli Zappia - İtalya kararından bir alıntı uzun yargılama davalarında karşılaşılabilecek ertelemeler silsilesini göstermektedir. “27 Mart 1985 tarihinde, mahkemenin kendi isteği ile davayı ertelemesinden sonra, hâkim 25 Eylül 1985 tarihinde yemin eden bir bilirkişi atadı. 26 Şubat tarihi olarak belirlenen duruşma, bilirkişinin belirlenen 60 günlük sürede raporunu hazırlayamaması nedeniyle 25 Haziran 1986 tarihine ertelenmek zorunda kaldı.  26 Kasım 1986 tarihine ertelenen duruşma ise hâkimin tayininin çıkması nedeniyle yapılamadı.”

Bir başka davada, AHİM, milli mahkemenin inisiyatif almamasını şu şekilde dile getirdi. “Mahkeme, davayı yargılama için hazırlayan hâkimin bilirkişiye karşı ilki 4 Temmuz 1980 tarihi olarak verilen 1 aylık sürenin bitiminden 5 ay sonra yapılan iki ayrı hatırlatmasının  ….istenilen sonucu doğurmadığını ve bu yüzden bilirkişinin değiştirilmesi gerektiğini gözlemlemiştir” (26 Eylül 1996 tarihli Di pede – İtalya kararı)(Hukuk yargılaması)

AHİM “milli mahkemenin başvurucunun yeni bilirkişi raporları talep ettiği davadaki hareket tarzını” eleştirmiştir. AHİM “ Milli mahkemenin başvurucunun her talebi sonrasında yeni bir bilirkişi raporu aldırmak zorunda olmadığının; yargılamayı nasıl yürüteceği ve özellikle de hangi delilin alınacağı konusunda mahkemenin kendisinin yetkili olduğunun” altını çizmiştir. AHİM, 20 Kasım 2011 ile 7 Mayıs 2003 tarihleri arasında meydana gelen gecikmenin başvurucunun ve mahkemenin davranışları ile ilintili olduğu sonucuna varmıştır.

15 yıl süren bir imar hukuku davasında Mahkeme, aşırı uzun yargılama süresinin sebeplerinden birinin ilk derece mahkemesi tarafından 3 ay içinde hazırlanması istenilen bilirkişi raporunun tamamlanmasının geçerli bir neden olmaksızın 3 yıl 6 ay süreyle hazırlanamaması olduğunu belirtmiştir. (27 Kasım 2007 tarihli Raway ve Wera – Belçika kararı). Benzer şekilde 16 yıl 7 ay süren bir vücut yaralanması davasının karara bağlanmasında Mahkeme, birkaç bilirkişi raporu almanın gerekliliğini ve bunun zaman alacağını kabul etmiş fakat bununla birlikte neden olunan toplam gecikmeyi eleştirmiştir. (8 Haziran 2006 tarihli Sürmeli – Almanya kararı) 

e) Tıbbi raporların elde edilemsindeki zorluklar (ceza yargılaması):

Bu yasal prosedürlerde tıbbi rapor hazırlamakla sorumlu olan Adli Tıp Kurumlarının belirlenen sürede bir uzman sağlayamaması durumudur. (26 Ekim 1998 tarihli Martins Moreira – Portekiz kararı)

·         Gecikme nedenleri: Mahkemenin kendi inisiyatifi ile ya da tarafların talepleri ile yapılan çok sayıda ertelemeler ve duruşmalar arasındaki aşırı aralar:

 Bu çeşit gecikmeler hukuk mahkemelerinin yargılama süreçlerini kontrol etmedeki başarısızlıklarını yansıtır.

İçtihat Örnekleri

21 Mart 2002 tarihli Vaz Da Silva Girao – Portekiz kararında Mahkeme “ her ne kadar Portekiz Hukuk Usulü yasasının 264. Maddesi, yargılamanın yürütülmesi konusunda inisiyatif almaktan davanın taraflarını sorumlu tutsa da, 266. Maddenin mahkemelere davanın hızlı yürütülmesi önündeki engelleri kaldırmak için gerekli tedbirleri alma sorumluluğunu” yüklediğini belirtmiştir.  AHİM ayrıca, başvurucunun davasını hızlı yargılama usulüne göre ele alınmasını ve böylece bazı zamanların kısaltılmasını gerektiren Karayolu Trafik Kanununun 68. maddesine dikkati çekmiştir. 

Başvurucu ile sağlık sigortası arasındaki bir uyuşmazlıkta AHİM, temyiz mahkemesini davayı hemen ele almaması nedeniyle eleştirmiş ve “Rouen İstinaf mahkemesinde, dava ilkinden yaklaşık 11 ay sonra yapılan ikinci bir duruşma gününe ertelenmiş …, bu erteleme için sebep ne olursa olsun, dava dosyasındaki hiç bir bulgu bu çeşit bir gecikmeyi haklı çıkarmamaktadır” tespitinde bulunmuştur.[83]  

21 Şubat 2008 tarihli Günseli ve Yayık – Türkiye kararında AHİM, “aşırı uzun yargılamanın sebeplerinden birinin çeşitli ceza duruşmalarının gerekliliği ispat edilemeyen ertelemeleri” olduğu tespitinde bulunmuştur.

8 Şubat 1996 tarihli  A. ve diğerleri – Danimarka kararında Mahkeme “başvurucuların uzun yargılama süresine ciddi bir şekilde etki ettiğini belirtmiştir. Davanın mahkemenin kovuşturmayı yönlendirmesi[84] ile değil tarafların kendi davaları ile ilgili inisiyatif almaları prensibi ile yürütüldüğü gerçeği dikkate alınmalıdır.” demiş ancak kendi önündeki aşamanın yaklaşık 2 yıl sürdüğü davada Yüksek Mahkemeyi, taraflara çok fazla sayıda erteleme hakkı verdiği için “taraflar üzerinde, onların taleplerini netleştirmeleri, uygun delilleri serdetmeleri veya kimin bilirkişi atanacağı konusunda karar vermeleri yönünde gücünü çok az kullanması” nedenleriyle eleştirmiştir. Fakat Danimarka yargı siteminde, davaları mümkün olan en iyi şekilde aydınlatmak ve uyuşmazlığın esasını belirlemek amacıyla, davanın gerçeklerini ve yasal konuları netleştirmek için planlanan yargılamaların ilk sözlü ve yazılı aşamalarının, ne zaman kapanacağına karar vermek, mahkemelerin yetkisindedir.  Taraflar, davanın hazırlık aşamasının bittiği zamanda, bazı sınırlı durumlar gerekli kılmadıkça, yeni deliller ileri süremezler.

Son zamanlardaki bir davada Mahkeme, “bir belediye (ilçe) mahkemesinde ikinci ve üçüncü duruşmalar arasındaki 2 yıldan fazla süreyi” üzücü bulmuştur.[85]

Mattoccia davasında[86], başvurucunun ilk yargılama için duruşmaya çıkarılması ile yargılama mahkemesindeki ilk duruşma arasında 3 yıl 7 ay geçmiştir.

Mahkeme, 8 Nisan 2004 tarihli  Hamanov – Bulgaristan ve Belchev – Bulgaristan kararlarında temyiz dilekçesi verilmesi ile temyiz mahkemesindeki ilk duruşma arasındaki geçen 1 yıldan fazla süreyi eleştirmiştir.

“ Hâkim tarafından yapılan bir hukuki hata temyize neden olabilir ve bu yüzden yargılamanın süresini uzatabilir. Eğer bu durumun tek başına makul sürede yargılanma hakkının ihlaline yol açacağı kabul edilseydi[87], bu “mahkeme kararlarının hatasız olmasına dair” bir hakkın varlığını kabul gibi bir yanlış anlama yol açacaktı. AHİM’de bir mahkemeye atfedilecek bir hatanın ancak başka faktörlerle birleştiği taktirde bir ihlal kararını haklı çıkaracağına inanmaktadır.

Yukarıda bahsedilen 5 Temmuz 2008 tarihli Rashid – Bulgaristan kararında Mahkeme, “gecikmenin öncelikle, üst dereceli mahkemenin dosyayı, usuli kuralların ihlali (özellikle tanıkların usulsüz celpleri) nedeniyle birkaç kez ilk dereceli mahkemeye ve ilk soruşturma aşamasına göndermesinden kaynaklandığını” vurgulamıştır. 

Yargılama süreçlerindeki bir başka yaygın gecikme nedeni yargısal otoritelerin, dava dosyalarının kaybını da içeren ihmalleridir. 

Örneğin yukarıda bahsedilen 7 Ekim 2010 tarihli Pokhalchuk – Ukrayna kararında mahkeme “başvurucunun dosyasının kaybedilmesinin tamamen yetkililere atfedilebilecek ve Mahkeme (AHİM) tarafından hiç bir şekilde yargılamanın süresinin hesaplamasında süreyi azaltma yönünde objektif bir gerçek olarak dikkate alınamayacak olan bir ihmali gösterdiğini” vurgulamıştır. (ayrıca bkz 16 Kasım 2006 tarihli Karov – Bulgaristan kararı) 

3.Yargılama Sonrası Gerçekleşen Gecikmeler

·         Gecikme nedenleri: Kararın verilmesi ile onun kaleme ve taraflara gönderilmesi arasındaki aşırı uzun süre

Bazı ülkelerde, kararın verilmesi ile onun uygulanmasından sorumlu taraflara bildirilmesi arasında birkaç ay geçebilir. Bu çeşit problem sıklıkla mahkeme kaleminden ya da iletişim teknolojilerindeki yetersizliklerden kaynaklandığı gibi, mahkeme personelinin sayısındaki yetersizliklerden de kaynaklanabilmektedir.  Bu yüzden gecikme nedenlerini ele alırken mahkeme personelinin rollerini yakın bir dikkat göstermek yerinde olacaktır.

İçtihat Örnekleri

“ … Son olarak, kararın verilmesinden itibaren 2 ay süreyle neden yazılı olarak taraflara bildirilme diğini anlamak çok zordur.”  (6 Mayıs 1981 tarihli Buchholz – Almanya kararı)"

C. Yargılama Çeşitlerine Göre Gecikme Nedenleri

1. Hukuk Yargılamaları

·         Gecikme nedenleri: Delillerin oluşturulmasında yargısal eylemsizlik

Bu hukuk mahkemelerin yasanın yetkili kıldığı durumlarda gerekli olduğu şekilde aktif olmaması halidir.

İçtihat Örneği

Yukarıda bahsedilen Kubiznakova kararında (Fransızca) Mahkeme, başvurucunun, “yerel mahkemenin, söz konusu dava çeşitlerinde olması gerektiği gibi, delilleri kendisinin elde etmesi konusunda başarısızlığı nedeniyle, sıklıkla delil sunmak zorunda kaldığı” şeklindeki iddiasını kabul etmiştir.

·         Gecikme nedenleri: Mahkemenin, yasanın kendisini yetkili kıldığı durumlarda kişilerin celbine dair müzekkerelerin yazılımını düzenli olarak takip etmemesi.

Bu konuda, 11 Kasım 1994 tarihli Capuano – İtalya kararı birçok örnekten bir tanesini teşkil eder. Ayrıca 27 Şubat 1992 tarihli Serrentino – İtalya  ve aynı tarihli Cifola kararına da atıf yapmak faydalı olacaktır.

·         Gecikme nedenleri: Hukuk usulü kurallarının, temyiz incelemesinin yeni gerekçeler ışığında yapılmasını, engellediği davalar

Temyiz incelemesinin sadece ilk derece aşamasında ileri sürülen deliller ışığında yapılabileceğine dair hukuk usulü kuralı (bu alt dereceli mahkemelerin daha gayretli olmasını gerektirir), ilk derecede gerçekleşen aşırı yargılama süresini haklı çıkarmaz.

İçtihat Örnekleri

Lechner ve Hess davasında[88], Hükümet yargılama mahkemesinin davayı karara bağlamak için kullandığı ekstra zamanı haklı göstermek için   “Avusturya hukuk usulü kurallarının, yeni olayların temyiz sürecinde ileri sürülemeyeceği prensibini koyduğunu, yüksek mahkemenin, daha alt mahkeme aşamasında mevcut olan deliller temelinde ulaşılan kararı incelemekle sınırlandırıldığını” savını kullanmıştır. AHİM bu unsurun uygunluğunu yadsımaksızın, “bu durumun, alt dereceli mahkemenin yargılamanın hızı ve yürütülmesine dair 6. Madde gereksinimlerine uyum sağlama sorumluluğunu ortadan kaldıracak ağırlıkta olduğuna” inanmamıştır.   

·         Gecikme nedenleri: Mahkemelerin “tarafların makul sürede davaları yürütmede başarısız olmaları durumunda buna ilişkin karar vermelerini engelleyen hukuk usulü kuralları

AHİM sıklıkla “her ne kadar tartışma konusu olan yargılamalarda, tarafların süreçle ilgili inisiyatif alma görevleri varsa da, bunun 6. Maddenin makul süre ile ilgili gereklerini yerine getirmede mahkemelerin sorumluluğunu ortadan kaldırmadığını” vurgulamaktadır. Bu yorum şu davalarda yapılmıştır. 25 Haziran 1987 tarihli Capuano – İtalya kararı, 24 Ekim 1988 tarihli Martins Moreira – Portekiz kararı, 20 Şubat 1991 tarihli Vernillo – Fransa kararı, 16 Aralık 1997 tarihli Proszak – Polonya kararı.

İçtihat Örnekleri

17 Ocak 2002 tarihli Tsirikakis – Yunanistan kararında (Fransızca) AHİM “her ne kadar dava tarafların insiyatifi ile yürütülse de makul süre şartı, mahkemelerin yargılamanın işleyişini dikkatli bir şekilde takibini ve erteleme kararı verirken büyük hassasiyet göstermesini zorunlu kıldığı gibi, tanıkları zamanında dinlemeyi ve gerekli bilirkişi raporlarının zamanında hazırlanıp mahkemeye sunulmasını garanti altına almasını gerektirir” şeklinde görüş bildirmiştir.   

Birçok karar “milli yasaların yargılama sürelerini hızlandırmak için mahkemelere yetki vermediğini” ortaya koymuştur. 20 Aralık 2001 tarihli Füterrer – Hırvatistan kararına göre “Hükümet, hukuk yargılamalarında mahkemelerin sınırlı bir hareket alanına sahip olduklarını zira onların kendi insiyatifi ile değil çoğunlukla tarafların talebi üzerine usuli adımlar atabildiklerini ileri sürmüştür.”

Bazı davalarda Mahkeme açıkça milli otoriteleri “işbirliğine yanaşmayan tarafların davayı hızlandırmalarını sağlamak için mahkemelere yetki veren, yasal düzenlemeler yapmaya” çağırmıştır.  “Hükümetin, sanığın (davalının) duruşmada ve DNA testi için hazır bulunma şeklindeki mahkeme talimatlarına uymaması nedeniyle davada güçlükler yaşadığı şeklindeki iddiası ile ilgili olarak, AHİM “yasal sistemlerini, mahkemelerinin herkesin medeni hak ve sorumlulukları ile ilgili uyuşmazlıklarda son kararı makul sürede almasını garanti edecek şekilde dizayn etmelerinin, sözleşmeci devletlerin sorumluluğunda olduğunu” tekrar etmiştir.”[89]

Bu sebeple, mahkeme duruşmalarının programlanması konusundaki Danimarka uygulamasını not etmekte fayda vardır ki; davalarda hiç bir atıl dönem içermeyen ve ülkenin hiç ihlal kararı almamasını sağlayan bu uygulama AHİM’e yapılan birçok başvuruda açıkça etkin olarak gözükmüştür.

4 Aralık 1995 tarihli  Ciricosta ve Viola - İtalya kararı, İtalyan hukuk yargılamalarında uygulanan “principio dispositivo” denilen bir prensibin tarafları yargılamaların sürdürülmesi konusunda insiyatif almakla sorumlu kıldığına dikkati çekti. AHİM, tarafların kendilerine sunulan imkanları kötüye kullanmasını eleştirmiş ve bu durumun mahkemeleri 6. Maddenin şartlarını yerine getirmekten bağışık tutmayacağını eklemiştir.

Yukarıda bahsedilen 10 Eylül 2010 tarihli McFarlane – İrlanda kararında Mahkeme, iç hukukun, hukuk yargılamasının taraflarını davanın yürütülmesi için inisiyatif almakla sorumlu tutmasına rağmen, bu durumun Devletleri, sistemlerini davaların makul sürede yönetecek şekilde dizayn etme sorumluluğundan kurtarmayacağını” belirtmiştir. Eğer, bir devlet davaları hızlandırmak için bir şey yapmaksızın yargılamaların makul süreyi aşar şekilde sürmesine izin veriyorsa, gerçekleşen gecikmeden sorumlu olacaktır.

2. Ceza Yargılamaları

·         Gecikme nedenleri: Savcılık servislerinin organizasyonu ile ilgili yapısal problemler

Bazı davalarda bu çeşit organizasyonel problemler gecikmelerin artmasına ve usuli hatalara neden olmaktadır.

İçtihat Örnekleri:

22 Aralık 2004 tarihli Mitev - Bulgaristan kararında Mahkeme, 2 yıl süreyle usuli yanlışları düzeltmek için davanın bir çok kez soruşturma aşamasına geri gönderilmesini eleştirmiştir. 3 Temmuz 2003 tarihli Kitov – Bulgaristan kararı, ceza soruşturmasında soruşturmacılarla savcılık arasındaki anlaşmazlıklar ve ihmaller nedeniyle uzayıp giden eylemsiz dönemler ile ilgili idi.

·         Gecikmenin nedenleri: Soruşturmalarda veya yargılama süreçlerinde hiç ilerlemenin sağlanmadığı ya da çok az sağlandığı araştırma dönemleri

AHİM, soruşturma aşamasında bile olsa eylemsiz zamanı eleştirmektedir.

Problemlerden biri atıl (eski diye nitelendirilebilecek) davalardaki eylemsiz zamanlardır, zira soruşturma hâkimi tarafından artık aktif olarak herhangi bir şekilde düzenli kontroller yapılmamaktadır.

8 Temmuz 2004 tarihli Mutimura – Fransa kararında (Fransızca) AHİM “davanın bir parça karışık olduğunu kabul etmiş fakat yine de soruşturma aşamasının geciktirici durumunu ve uluslararası adli yardım talebinin savcının iddianamesinden 5 yıl sonra yapılmasını” eleştirmiştir. Mahkeme “soruşturması 9 yıl süren ve AHİM kararını verdiğinde halen devam eden bir davada 6/1. maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir. Dava, Fransa’da yaşayan Ruanda’lı bir din adamının Ruanda’da işlenen soykırımda yer aldığı iddiasına ilişkindi.    

·         Gecikme nedenleri: Ceza davalarının birleştirilmesi veya birleştirilmemesi

AHİM, bazen yerel mahkemelerin ilgili davaları birleştirip birleştirmemesi yönündeki kararları hakkında da karar vermek zorunda kalmaktadır. Özellikle de birden fazla ortak şüphelinin bulunduğu karışık davalarda. AHİM, farklı bir yaklaşımı gerektirebilecek adaletin doğru tatbiki prensibini de gözden kaçırmayarak, bu çeşit kararların makul süre şartı ile uyumlu olup olmadığı hakkında karar vermek zorunda kalmaktadır. 

İçtihat Örnekleri

7 Mart 2002 tarihli uluslararası sahtecilik ve yanıltıcı hesaplarla ilgili Wejrup – Danimarka kararında, başvurucu davasının ortak şüphelilerle birleştirilmesi nedeniyle gereksiz bir şekilde uzatıldığını iddia etmiştir. Ancak AHİM, savcılığın yargılama giderlerini azaltmak amacıyla birleştirmeye dair kararını hakI bulmuş ve bu durumu “tartışmasız uygun” bir durum olarak nitelendirmiştir.

Ancak bu işlemin, hızlı hareket etme adına davaların ayrılması ile adaletin doğru tatbiki arasındaki dengeyi bulması gereklidir. 15 Ekim 2002 tarihli Absandze- Gürcistan (Fransızca) kararında Mahkeme “başvurucunun davasının diğer şüphelilerden ayrılmasının muhtemelen davayı hızlandıracağını fakat bu işlemin adaletin doğru tatbiki prensibi ile uyumlu olduğunu gösteren hiçbir şeyin olmadığını” belirtmiştir.[90]

·         Gecikme nedeni: Ceza yargılamasındaki gecikmelerin hukuk yargılamalarına etkisi

Ceza yargılamaları yavaşladığında, bu durum ayrıca hukuk yargılamalarının ilerlemesini de engeller.

İçtihat Örnekleri

12 Şubat 1991 tarihli bir doktor ile sosyal güvenlik servisi arasındaki hukuki uyuşmazlığın, başvurucunun sahteciliği nedeniyle cezai soruşturmaya neden olduğu Motta kararında, Mahkeme cezai prosedürün çok yavaş olduğunu ve tespit etmiş ve “hukuk yargılamasının süresinde ilerlemesi ceza prosedüründeki bu yavaşlık dolayısıyla engellenmiştir” demiştir. 8 Temmuz 2004 tarihli Djangovoz – Bulgaristan kararı daha yeni bir örnek teşkil etmektedir.

3. İdari Yargılamalar

·         Gecikme nedenleri: Yargı dışı otoritelere atfedilebilecek gecikmeler

İlk önce ilgili otoriteler gönderilmesi gereken davalardaki Bakanlıkların ya da onların temsilcilerinin veya kamu sağlık kurumlarının uygulamalarından kaynaklanan gecikmeler, sözleşmeci devletlere atfedilebilir. 9 Aralık 1994 tarihli Schouten ve Meldrum- Hollanda  davasında, başvurucu kendisinin  itirazda bulunabileceği bir meslek örgütünün kararı için 20 ay beklemek zorunda kalmıştır.

İçtihat Örnekleri

Daha yeni kararlardan Kritt davasında[91] AHİM, Paris Kamu Hastaneleri Otoritesini “müstakarlarmış içtihatlarda belirtildiği gibi, bir kamu hukuku tüzel kişiliğinin davanın taraflarından biri olduğunda, onun davranışlarından kaynaklanan gecikmeler, otoritelere mâl edilir” diyerek eleştirmiş ve bu yüzden bu davadaki gecikmeler Paris Kamu hastanelerine (AP-HP) atfedilmiştir. AP-HP, bu davaya konu olan olayda, başvurucunun ilk talebi ile ilgili karar vermek yerine sessiz kalmayı seçmiş ve bu da başvurucunun ilgili idare mahkemesine başvurabilmek için 4 ay beklemesi gerektiği anlamına gelmiştir. AP-HP ayrıca dava sırasında kendi görüşlerini idare mahkemesine sunmak için 6 ay beklemiştir. AHİM, idare mahkemesinin uygulamasını da eleştirmiştir. İdare mahkemesi, AP-HP’ye talimat yazmak için 16 Şubat 1999 tarihine kadar beklemiştir ve ayrıca mahkeme tarafından atanan bilirkişinin raporunu hazırlaması da 11 ayı bulmuştur. 

Bir İspanya davasında, Mahkeme “Audiencia Nacional”in ilgili dosyaları göndermeleri için çeşitli kurumlara değişik zamanlarda müzekkere yazmak zorunda kaldığını ve bunun kurumlardaki gayret eksikliğini gösterdiğini tespit etmiştir. İlk talepten itibaren ancak 4 yıl 6 ay sonra gerekli dökümanlar sağlanabilmiştir.[92]

Clinique Mozart SARL davasında[93], vergi otoriteleri savunma dilekçelerini geç vermeleri nedeniyle gerçekleşen 2 yıl 9 aylık gecikmeden sorumlu tutulmuştur.

II. YARGILAMA SÜRELERİNİ KISALTMAK İÇİN GELİŞTİRİLEN İÇ HUKUK YOLLARI VE BUNLARA GENEL BİR BAKIŞ

Var olan iç hukuk çözüm yolları: Özet[94] 

 Yukarıda bahsedilen Kudla kararını takiben, bazı ülkeler uzun yargılama sürelerinden muzdarip olan veya halen belirli aşamaların tamamlanmasını bekleyen vatandaşlarının davalarının hızlandırılmasını mümkün kılan düzenlemeler yapmışlardır. AHİM, ülkelere uzun yargılamalardan dolayı uğranılan zararın tazmini ile yargılamaların hızlandırılması arasında bir seçim yapmalarına izin vermek suretiyle yeni çözüm imkanları oluşturmuştur. Ancak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından tavsiye edilen alternatiflerden olan tazmini çözüm yolunun da bazı dezavantajlar içerdiği ortaya çıkmaktadır.

Gerçektende Pinto yasası uygulamasının da ortaya koyduğu gibi, AHİM içtihatlarının gereklerini yerine getirmek için davacılara taktir edilen tazminatlar, bu çözüm yolunu aşırı bir şekilde çekici yaptı[95] ve uzun yargılamaların tekrarını engellemeye dair bir tedbir de üretmeksizin İtalyan temyiz mahkemesinde iş yüküne neden oldu.

Yukarıda bahsedilen Scordino- İtalya ana kararında AHİM “CEPEJ, (CEPEJ (2004) 19 Rev 2 § 6) numaralı çerçeve programında sadece tazminatla sınırlandırılan mekanizmanın çok zayıf olacağını ve Devletleri uygulama süreçlerini değiştirmek için yeterince teşvik edemeyeceğini ve gecikme problemine bir çözüm bulmaya çalışmak yerine, bir ihlal durumunda yani gecikme gerçekleştikten sonra tazminat sağlayacağını belirtmiştir” demek suretiyle CEPEJ çalışmalarına işaret etmiştir.

Mahkeme şu ifadelerle devam etmiştir. “Bir yasal sistem yargılamayı makul sürede bitirme konusunda başarısız olduğunda, aşırı süreyi engellemek için yargılamayı hızlandırmayı mümkün kılan bir çözüm en etkin çareyi oluşturur. Bu çeşit çözüm, sadece mali tazminata odaklanmış bir çözümle kıyaslandığında inkar edilemez bir avantaj sağlar, zira bu çözüm yolu benzer prosedürlerde var olan sürekli ihlalleri engeller ve örneğin İtalyan yasası tarafından düzenlendiği haliyle tazminat çözüm yolunun aksine sadece sonradan (yani gecikme gerçekleştikten, zararlar ortaya çıktıktan sonra) uygulanmaz”.

Devletler, Sözleşmenin 13. maddesinin gereklerine uyum sağlama açısından hangi çözüm yolunu seçecekleri hususunda taktir hakkına sahiptirler. Bahsedildiği gibi, Kudla - Polonya kararı yargılamaları hızlandırmak için olan çözüm yolu ile sonuçların tazmini amacıyla oluşturulan çözüm yolu arasında bir seçenek sunmaktadır (Yukarıda Bölüm 1.A); bununla birlikte AHİM sürekli olarak, ideal çözüm yolunun uzun yargılama sürelerinin engellenmesi olduğunu tekrar etmektedir (örneğin 16 Ekim 2007 tarihli Vokurka – Çek Cumhuriyeti kararı).  Bazı devletler biri süreçleri hızlandırmak diğeri de tazminat sağlamak üzere iki seçeneği birleştirmeyi seçmişlerdir. (örneğin 29 Nisan 2009 tarihli Missenjov – Estonya kararı, § 44)   

Değişik ülkelerde uygulanan iç hukuk çözüm yollarına örnekler şu şekilde verilebilir:

Belçika’da yeni bir yasa 1998 tarihli Cezai Soruşturma yasasını reforme etti ve şüpheliye ceza soruşturmasının uzunluğu hakkında şikayette bulunma imkanı veren yeni bir telafi yolunu iç hukukta  uygulamaya koydu. İçtihat örnekleri belirlenen çözümün soruşturmaların hızlanmasına yol açtığını gösterdi. AHİM, 15 Ekim 2002 tarihli  Stratégies and Communications ve Dumoulin – Belçika kararında bu çözüm yolunun etkin bir yol olduğunu kabul etti. Buna ek olarak 12 Aralık 2000 tarihli Belçika yasası uzun cezai yargılama durumunda bir yaptırım geliştirdi: Buna göre, “Hakim basit bir suçlama ile sanığa hapis cezası vermeksizin cezayı belirleyebilir veya yasa tarafından belirlenen asgari hadden daha az bir ceza belirleyebilir.”[96]

Çek Cumhuriyeti, Avrupa Mahkemesinin kişilerin adli ya da idari organların verdiği herhangi bir son karar için Anayasa Mahkemesine yapacakları temyiz yolunun etkin olmadığını kabul ettiği 10 Haziran 2003 tarihli Hartman kararı sonrası, reformlar geliştirdi. 192/2003 numaralı yasa 6/2002 numaralı Mahkemeler ve Hâkimler Yasasına, 1 Temmuz 2004 tarihinden itibaren, “bazı özel aşamaların ya da formalitelerin tamamlanması için son süreler belirlenmesi yönünde talepte bulunmayı mümkün hale getiren” bir madde eklenmiştir.  16 Ekim 2007 tarihle Vokurka – Çek Cumhuriyeti kararında AHİM, yeni önleyici çözüm yolunun etkinliğini ele almış ve bunu etkin olmayan bir yol olarak görmüştür. Fakat öte yandan AHİM, 2006 Nisan ayında yürürlüğe giren, makul süre şartına uymama neticesinde sebep olunan manevi zararlara karşı tazminat öngören tazmini çözüm yolunu ise etkin kabul etmiştir.[97]

Finlandiya Anayasası’nın 21. maddesi “Herkes, hakları ve sorumlulukları ile ilgili olarak mahkeme tarafından ya da adaletin tatbiki için başka bir bağımsız organ tarafından alınmış bir karara sahip olmanın yanında, davasının uygun bir şekilde ve haksız gecikme olmaksızın yasal olarak yetkili bir mahkeme veya diğer otorite tarafından ele alınması hakkına sahiptir.” şeklinde düzenlenmiştir. 

Ceza usul yasası, ceza ve hukuk davalarındaki toplam süreyi kısaltmak için özel bir seçim süreci öngörmektedir. Ceza yasasının 6/3. Maddesi, suçun işlendiği tarihten itibaren özellikle uzun bir zaman geçmişse ve normal cezanın makul olmayacağı ya da istisnai bir şekilde zararlı etkilerinin olacağı durumlarda, mahkemelere cezayı azaltma yetkisi vermektedir.

Fransa söz konusu olduğunda, Yargısal Yasanın L. 141-1. maddesi, adaletin ciddi bir şekilde ihmal edildiği ve tatbik edilemediği durumlarda devletin sorumluluğunu kabul etmiştir. Makul süre şartının ihlali karşısında yaptırım uygulanabilecek ve tazminat ödenecektir. 23 Şubat 2011 tarihli Yargıtay Genel Kurul kararı, “devletin ciddi ihmali kavramının” yargının kendisine verilen görevleri ifada yetersiz kaldığı durumlarıda kapsadığını belirterek “devletin ciddi ihmali” kavramının kapsamını genişletmiştir. Çok kısa süre sonra Avrupa Mahkemesi, devlete sorumluluk getirmek için gerekli olan “ciddi ihmal” kriterinin bu çeşit sorumluluğu tespit etmeyi güçleştireceği gerekçesiyle bu yolun başvurucuların tüketmesi gereken etkin bir çözüm yolu olmadığına dair karar vermiştir. (30 Haziran 2011 tarihli Girard – Fransa kararı, § 54). Fakat, 26 Eylül 2000 tarihli Zannouti – Fransa ve yukarıda bahsedilen Giummarra - Fransa ve Mifsud kararlarından itibaren Avrupa Mahkemesi bu yolun etkinliğini kabul etmiştir. Bu yüzden bu çözüm, yargılama süreçlerinin uzunluğu hakkında şikâyette bulunmayı arzulayan herkes tarafından kullanılmalıdır. 21 Eylül 1999 tarihinden sonra, bu şekildeki iç hukuk yolu kullanılmaksızın AİHS temelinde yapılan başvurular kabul edilemez bulunacaktır.

İdare mahkemeleri ile ilgili olarak, Avrupa Mahkemesi başlangıçta, idare mahkemelerinin eksik uygulamalarına karşı devletin sorumluluğuna ilişkin olarak iç hukuk çözüm yollarının etkinliğini gösterecek herhangi bir içtihat olmadığını düşünmekteydi. Buna karşılık Danıştay 28 Haziran 2002 tarihli kararı ile “bir başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlalinden kaynaklanan zararlar için bir idare mahkemesinde tazminat elde edebileceğini” belirtti. Avrupa Mahkemesi şimdi bahsedilen eylemin devlet sorumluluğunu belirlemek için yeterli olduğunu kabul etti. 21 Ekim 2003 tarihli Broca ve Texier-Micault – Fransa kararı). Bu içtihadı tamamlayan 28 Temmuz 2005 tarihli 2005- 911 numaralı kararname (İdari adalet yasasının 112-2 ve 3 maddeleri), ilk derece idare mahkemlerindeki gecikmelerle ilgili olarak devlete karşı açılan tazminat davalarını ilk derece ve son yargılama mercii olarak bakmak üzere Danıştay’ı yetkili kılmıştır. Buna ek olarak 19 Aralık 2005 tarihli 2005-1586 numaralı Kararname, aşırı gecikmeleri çözmek için, idare mahkemelerinin önleyici idari gözden geçirmeleri uygulamasını başlatmıştır. (İdari adalet yasasının 311-1-7. Maddesi). Son olarak Danıştay bir davadaki aşırı yargılama sürelerinin, manevi zarara yol açacağını var saydı.  AHİM’in bu şekildeki Fransa uygulamalarını etkin kabul etmesinden yaklaşık 5 yıl sonra, Fransa hakkındaki ihlal kararlarında ciddi bir düşüş yaşandı. Bakanlar Komitesi CM/ResDH(2009)59 nolu Resolution’u ile benzer ihlalleri engellemek için gerekli tedbirlerin uygulamaya konulduğu gerekçesi ile Fransa hakkındaki aşırı uzun yargılamalardan doğan 7 kararın uygulama aşamasını incelenmesini kapattı.

Polonya’da 17 Haziran 2004 tarihli yasa (1 Mayıs 2009 tarihinde esaslı bir şekilde değiştirildiği haliyle) engelleyici (hızlandırıcı) ve tazmini olmak üzere iki tür çözüm öngörmektedir. İlk çözüm yolu olarak, bir davanın tarafı makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası ile şikâyette bulunabilir. Yargılama sürelerinin gayri makul olduğunu belirlemek için kullanılan kriterler AHİM içtihatları temellidir.  Şikâyet iyi bir şekilde oluşturulmuşsa (yani ispatlanmışsa), ilgili mahkeme başvurunun yapılmasından itibaren iki ay içinde yetkili mahkeme ya da savcılık teşkilatına uygun olan tedbirlerin belirli bir zamanda alınması için emir verir. Tazmini çözüm yolunun söz konusu olduğu durumlarda ise Polonya mahkemelerinin uygulaması Medeni Hukuk kanununun 448. Maddesi temelinde “uzun yargılamadan dolayı maruz kalınan manevi zararlarında”, 449. Madde ile aynı anda talep edilmesinin mümkün olacağı yönündedir. Avrupa Mahkemesi bu son yolun etkin olduğunu kabul etmiştir. (14 Haziran 2005 tarihli Krasuski – Polonya kararı, § 72).  

İspanya Anayasasının 24. maddesi herkesin ispatlanamamış gecikme olmaksızın kamuya açık olarak yargılanma ve duruşma hakkı olduğunu belirtmiştir. 

Derdest davalar için derhal uygulanacak şekilde Anayasa Mahkemesi, davanın taraflarına makul olmayan yargılama sürelerinden dolayı ya eylemsizlik süresinin durdurulması ya da süreci uzatan karardan vazgeçilmesi şeklinde iki çeşit telafi yolu sunmaktadır.

Yargı yasasının 292ff bölümü, davaları uzun sürdüğünde kişilere yargının yetersiz çalışmasından dolayı tazminat için Adalet Bakanlığına başvurma yetkisi vermektedir. Gonzalez Marín - İspanya (dec.) no 39521/98, ECHR 1999-VII kararına göre, makul olmayan yargılama süreleri, yargıya ait bir fonksiyon bozukluğudur.  Bakanlığın kararı, idare mahkemesinde temyize tâbidir. AHİM, 28 Ocak 2003 tarihli Caldas Ramirez de Arellano davasında, Anayasa mahkemesindeki uzun yargılama süreleri ile ilgili olarak Yargı yasasının 292ff bölümünün etkinliğini vurgulamıştır. 

Hırvatistan’da, bu iki çeşit telafi yolu tek bir prosedür olarak birleştirilmiştir. Hem usuli aşamalar için son süreler belirleyen hem de ihlaller için tazminat miktarları belirleyen Anayasal yasanın 63/3 maddesi Anayasa mahkemesinde ele alınacak bir çözüm yolu sunar. AHİM başlangıçta bu yolun etkin bir iç hukuk yolu olduğuna karar vermiştir. (bkz 7 Kasım 2002 tarihli Rados ve diğerleri Hırvatistan kararı ve 4 Temmuz 2002 tarihli Slaviček, 5 Eylül 2002 tarihli Nogolica, 3 Ekim 2002 tarihli Plaftak ve diğerleri, 3 Ekim 2002 tarihli Jeftić ve 11 Ekim 2002 tarihli Sahini kabul edilebilirlik kararları.)

Ancak bu çözümün uygulanması bazı zorluklara yol açmıştır. Bazı durumlarda anayasal sürecin kendisi çok uzun zaman almıştır. Strasburg Mahkemesi anayasal şikâyet sürecinin kendisinin uzun sürmesi nedeniyle, bu uygulamanın devam eden hukuk yargılamalarının sürelerini çözme yönünde etkinliğinin zayıflatıldığını belirtmiştir.   (3 Temmuz 2008 tarihli Vidas – Hırvatistan kararı para 37)[98]

Slovakya Cumhuriyeti Anayasası (1 Ocak 2002 tarihinde değiştiği haliyle), Anayasa Mahkemesi nezdinde hızlandırıcı ve tazmini olmak üzere iki tür çözüm yolu sunmaktadır. (Anayasanın 127. Maddesi). AHİM bu çözümün etkin bir yol olduğunu belirtmiştir. (bkz 22 Ekim 2002 tarihli Andrášik ve diğerleri – Slovakya ve 3 Mart 2009 tarihli Mazurek – Slovakya kararları)

Ancak, Avrupa Mahkemesi 127. maddenin anayasa mahkemesi tarafından uygulanmasındaki eksikliklere de dikkati çekmiştir. Örneğin:

- Yetersiz ya da hiç olmayan tazminatlar (13 Ekim 2009 tarihli Komanický – Slovakya, 12 Şubat 2008 tarihli Báňas – Slovakya, 9 Ekim 2007 tarihli Judt – Slovakya, 13 Haziran 2006 tarihli Magura – Slovakya kararları)

- Anayasa Mahkemesinin, yerel mahkemeler tarafından davanın ele alınması sırasında geçen toplam zamanı dikkate almaması (bkz 13 Ekim 2009 tarihli Keszeli – Slovakya,   16 Eylül 2008 tarihli Softel – Slovakya ve 28 Şubat 2006 tarihli Jakup– Slovakya kararları)

Bu çeşit eksikliklere rağmen, AHİM, Anayasa mahkemesi tarafından yeterli tazminat karşısında anayasal şikâyet sürecinin etkinliğini prensipte kabul etmiştir. (6 Ekim 2009 tarihli Bartl – Slovakya, 18 Eylül 2007 tarihli Becová – Slovakya, 9 Ocak 2006 tarihli Cervanová – Slovakya, 22 Haziran 2006 tarihli Machunka – Slovakya ve 9 Mayıs 2006 tarihli Končeková kararları)[99]  

 Malta Anayasasının 39. maddesi makul sürede yargılanma hakkını düzenlemektedir. Bu haklarının ihlal edildiğini düşünen dava tarafları, anayasal statü ile hareket eden ve kararları Anayasa mahkemesi nezdinde temyize tabi olan hukuk mahkemesine başvurabilirler. Bu tür bir başvuru hem hukuk hem ceza ve hem de idari yargılama prosedürleri ile ilgili olabilir. Strasburg Mahkemesi, her ne kadar bazı davalarda tespit edilen tazminat miktarının yetersiz olduğuna kanaat getirse de, genel olarak bu yolun etkin bir yol olduğunu belirtmiştir.(4 Temmuuz 2006 tarihli Zarb – Malta kararı ve 24 Ekim 2006 tarihli Central Mediterranean Development Corporation Limited – Malta kararı)

Slovenya’da, 2006 tarihli olup 1 Ocak 2007 tarihinde yürürlüğe giren makul sürede yargılanma hakkının korunması yasası, taraflara bütün hızlandırıcı çözüm yollarını tükettikten sonra başvurabilecekleri bir tazminat yolu ihdas etmiştir. AHİM, bu mekanizmanın, prosedürlerin basitleştirilmesine dair haklı amacı içinde barındırdığını belirtmiş ve Slovenya’nın bu çözüm yolunun prensipte etkin bir yol olarak gözüktüğünü belirtmiştir. (18 Ekim 2007 tarihli Zunic – Slovenya kararı  §§ 49, 50 ve 54).

Bulgaristan’da, mahkemelerin belirli yargılama aşamalarını makul bir sürede tamamlayamadığı davalarda, 2006 tarihli Bulgaristan Medeni Hukuk kanununun 255. maddesi, davanın herhangi bir aşamasında taraflara, belirtilen aşamanın bitirilmesi adına bir zaman sınırı oluşturmak için bir başvuruda bulunma hakkı verir. 257. madde, başvurunun alınmasından itibaren 1 hafta içinde üst dereceli mahkemenin bu başvuruyu ele almasını ve gerçekleşen zamanın makul olmadığını düşünmesi halinde bahsedilen usuli aşamanın yürütülmesi için bir zaman sınırı koyması gerekliliğini düzenlemiştir. Strasburg Mahkemesi, bu çözüm yolunun tazmini çözüm yoluyla birleştirilmesi gerektiğini de vurgulayarak, prensip olarak bu yolun etkin olduğunu belirtmiştir. (3 Nisan 2008 tarihli Jeliazkow ve diğerleri – Bulgaristan kararı)    

Almanya’da, makul sürede yargılanma hakkı “temel yasa” ile garanti altına alınmıştır. Bu hakkın ihlaline ilişkin iddiaların, sadece ilgili mahkemeden sürecin hızlandırılması ya da davanın karara bağlanmasını isteme yönünde yetkilendirilmiş olan Federal Anayasa Mahkemesine yapılacak bir başvuru ile ileri sürülmesi gereklidir. Federal Anayasa mahkemesinin alt dereceli mahkeme için bir zaman sınırı veya yargılamayı hızlandırmak için başka tedbirler empoze etme hakkına sahip olmadığı gibi bir tazminat de belirleyemez. 

Yargılamalardaki eylemsizliklere karşı çözüm için yeni bir yasa 18 Eylül 2005 tarihli seçimlerden önce müzakereye açıldı. Hükümete göre, şikâyetler davaya bakan mahkemeye yapılacağı için veya eğer bu mahkeme gerekli tedbiri almayı reddederse buna karşı temyiz mahkemesine başvurulacağı için, bu düzenleme Federal Anayasa Mahkemesinin iş yükünü azaltacaktı.  Avrupa Mahkemesi “Yeni çözümün uzun yargılama sürelerinin temel nedeni ile ilgilenecek olması ve taraflara muhtemelen sadece sonradan bir eylem imkanı veren tazmini çözümlerden daha yeterli koruma sağlayacak görünmesi dolayısıyla, engelleyici bir çözüm yolu seçen Hükümetin, Sözleşme tarafından kurulan koruma sisteminin ruhunu yansıtan bir yaklaşım sergilediğini” belirtmiştir.[100]

Buna ek olarak, Alman Federal Adalet Mahkemesi, 17 Ocak 2008 tarihindeki bir kararı ile ömür boyu hapse ilişkin davalardaki aşırı uzun yargılama süresinden dolayı tazminat belirleyerek ve diğerleri içinse cezanın belirli bir bölümünün zaten yatılmış farz edilmesini mümkün kılarak (Vollstreckungslösung ya da infaz çözümü olarak bilinen bir anlayışla) kendi içtihadını değiştirmiştir.  Avrupa Mahkemesi, her ne kadar mevcut başvurucular bu yolu kullanma konusunda, bu içtihat değişikliğinin onların mahkumiyetleri sonrasında olması dolayısıyla, imkan bulamasalar da, bu gelenek değişikliğini memnuniyetle karşılamıştır. (22 Nisan 2009 tarihli  Kaemena ve Thöneböhn – Almanya kararı)

III. MAKUL SÜRENİN ARAŞTIRILMASI

Birçok AHİM içtihadı okunmasından ve analizinden sonra aşağıdaki eğilimlerin olduğu ortaya çıkmaktadır: 

A. Avrupa Mahkemesinin Makul Süre İle İlgili Ana Eğilimleri

Bir davanın, makul süre şartına uyduğu farzedilen usuli aşamaları genel olarak 2 yıldan az sürmektedir. 

Bu dönemin 2 yıldan fazla sürmesine rağmen AHİM tarafından eleştirilmediği durumlarda ise, çoğunlukla başvurucunun davranışı suçlanacak taraf olmakta ve gecikme hiç değilse kısmen onların eylemsizliklerine ya da kötü niyetine verilmektedir.[101] Dikkati çekmektedir ki, hak ihlali olmadığına karar verilen 23 karışık davadan 12 davada (yarıdan fazla), başvurucunun davranışı Mahkeme tarafından gecikmeye katkı yapması dolayısıyla eleştirilmiştir.

Örneğin Şubat 2006 tarihli, 6 yıl süren ve 33 sanığın PKK’ya yardım ya da devlete saldırı suçundan cezalandırıldığı Özsoy – Türkiye davasında, Mahkeme “hiç bir esaslı eylemsiz zamanın devlet otoritelerine atfedilemeyeceğini” not etmiştir. Bir diğer yandan Mahkeme, “başvurucunun 7 ay kadar süreyle Devlet Güvenlik mahkemesindeki davada hazır bulunmadığını, bu durumunda açıkça mahkemelerin başvuruyu yargılama açısından işlerini kolaylaştırmadığını” belirterek; “{…]iki farklı mahkeme tarafından görülen mevcut davadaki yargılama sürelerinin aşırı olmadığı” sonucuna varmıştır. (oy çokluğu ile) (§§ 2-4).

Benzer şekilde, 17 Şubat 2009 tarihli Ancel - Türkiye davasında, Mahkeme “yargılamadaki gecikmelerin bazılarının (özellikle de iki kez davasının işlemden kaldırılmasına neden olacak şekilde duruşmalarda hazır bulunmamasının, ertelemeye neden olacak şekilde bir duruşmada hazır bulunmamasının ve ek olarak kendi lehine olan kararın icrasındaki açıklanamayan gecikmelerin) başvurucuya atfedilebileceğini” belirtmiştir(§ 44).

AHİM devamlı şekilde, başvurucuların gerekli gayreti göstermedikleri durumlarda bile, milli mahkemelerin ne şekilde davranması gerektiği hususunu ele almaktadır: Eğer mahkemelere belirli bir başarısızlık nedeniyle herhangi bir kusur atfedilemeyecekse ve dava, tarafların yargılamayı yürütmek için inisiyatif almalarını gerektiren bir dava ise, onların duruşmalarda hazır bulunmamaları veya uygun olmayan taleplerinden meydana gelen gecikmelerden tamamen taraflar sorumlu tutulacaktır ve AHİM, yargılama süresi objektif bir bakış açısıyla aşırı uzun olsa bile,  ihlal olmadığına karar verecektir. 

2 yıldan fazla süren herhangi bir yargılama için, AHİM, davanın karmaşıklığı ışığında hem milli otoritelerin hem de dava taraflarının gayretini kontrol etmek için davayı daha detaylı bir şekilde incelemektedir, fakat iki yıldan az süren davalarda bu şekilde detaylı bir inceleme yapmamaktadır.  

14 Haziran 2007 tarihli Nikolov – Bulgaristan davasında örneğin Mahkeme, “milli otoriteleri bir dizi bilirkişi raporu almaya iten görgü tanığının yokluğu ile birlikte, bir çok karmaşıklık tespit etmiş (§ 9) ve davanın üç farklı yargı seviyesinde ele alınmasının yanında özellikle yargılamanın toplam süresi ve süreçlerin karmaşıklığı dahil olmak üzere, davanın bütün şartlarını dikkate alarak, otoritelere atfedilecek gecikmelerin aşırı olarak farzedilemeyeceği” sonucuna varmıştır(§14

Benzer şekilde, yukarıda bahsedilen 14 Ekim 2010 tarihli Veriter – Fransa kararında Mahkeme, “Avrupa Birliği hukukunun yorumlanmasından kaynaklanan davanın yasal karmaşıklığı karşısında yargılamaların süresinin uzun olmadığı” kararını vermiştir.

Yine 20 Haziran 2006 tarihli Tan ve diğerleri – Türkiye davasında, Mahkeme “davanın asıl özelliğinin onun büyük karmaşıklığı olduğu sonucuna ulaşmak için suç çeşidinin karmaşıklığına dikkati çekmiştir. Başvurucular hakkındaki şüpheler, örneğin çeşitli şirketleri içine alan geniş ölçekli sahtecilik gibi,  “beyaz yakalı” olarak tabir edilen suçlar ile ilgili idi. Bu çeşit suçlar genellikle, mevcut davada olduğu gibi, soruşturma ya da denetim makamlarını yanıltmak için planlanmış karmaşık işbirlikleri vasıtasıyla işlenmektedir.     

Uyuşmazlıkta başvurucu için söz konusu olan şey, değerlendirme için ana kriterdir ve AHİM’i “herhangi bir mahkeme derecesinde 2 yıldan az süren davanın kabul edilebilir olacağı şeklindeki genel uygulamasını tekrar düşünmeye iter.[102]

Bu durum, bir mahkeme için bu çeşit davaları öne almak için bir sebep teşkil eder.[103] Mahkemelerdeki iş yığılması karşısında, AHİM derdest davaları çözmek için hareket tarzını ele alırken makul süre kaygısı ile adaletin doğru tatbiki arasında bir uzlaşma aramaktadır; bu yüzden de iş yığılmasına maruz kalmış mahkemeleri, davaları artık geliş tarihine göre değil de önem derecesine göre yapılan bir sıralama dahilinde ele almaya davet etmektedir. AHİM açıkça “uyuşmazlıkta başvurucu için söz konusu olan şeyi” dikkate almayı tavsiye etmektedir.[104] Bazı belirli kategorileri önceleştirmek Kuzey Avrupada’ki mahkemeler tarafından zaten başarıyla uygulanmaktadır.[105]

Karmaşık davalarda, Mahkeme davanın karmaşıklığını göz önünde tutarak, açıkça aşırı olan uzun yargılama sürelerine odaklanmakta ve eğer herhangi bir ihlal olmadığına karar verecekse, bu anormal süre ile ilgili olarak tam bir açıklama talep etmektedir.[106] Fakat AHİM, farkedilir şekilde basit davalarda daha az serttir.

B. “Makul Süreye” İlişkin Birkaç Örnek

1. Basit Hukuk Davaları

Ortak mülkiyetle ilgili bir uyuşmazlığa dair bir hukuk davasında 3 yargılama derecesindeki toplam 5 yıl 3 aylık yargılama süresi şu şekilde ayrılmıştı:

- 1 yıl 10 ay ilk dereceli mahkemede

- 1 yıl 8 ay istinaf aşaması

- 1 yıl 9 ay temyiz mahkemesi, bu durum makul olarak kabul edildi. (29 Nisan 2003 tarihli Lemoine – Fransa kararı)  

İş uyuşmazlıkları için: Avrupa Mahkemesi tarafından öncelikli dava olarak sınıflandırılmıştır

Dava aşağıdaki şartları taşıdığı taktirde makul süre içerisinde karara bağlanmış olacaktır:

- İlk derecede 1 yıl 7 ay

- istinaf aşamasında 1 yıl 9 ay

- temyiz aşamasında 1 yıl 9 ay (21 Mart 2000 tarihli  Guichon – Fransa kararı)

Bu davada, hem davanın endüstriyel ilişkiler mahkemesine gönderilmesine dair talepte ve temyize başvurmaktaki gecikmeler,  hem de tarafların iddialarını Yargıtay’da ileri sürmelerindeki gecikmeler şeklindeki taraf davranışları, Mahkemenin eleştirilerinin odak noktası idi. Taraflara atfedilebilecek gecikmelerin çıkarıldıktan sonra, Endüstriel İlişkiler Mahkemesinde 1 yıl 1 aylık bir gecikme ve Temyiz mahkemesinde ise 11 aylık bir gecikme olduğu ortaya çıkmaktaydı.

Dört ayrı yargı derecesinde (ilk derece iş mahkemesi, istinaf iş mahkemesi, yüksek mahkeme, anayasa mahkemesi) 6 yıl üç ayda karar verilen iş uyuşmazlığı ile ilgili başka bir davada, AHİM aşağıdaki süreleri makul bulmuştur.

- 1 yıl 6 ay ilk derece hakiminde,

- 4 ay temyizde

- 1 yıl 9 ay istinaf sürecinde

Fakat ilk dereceli mahkemedeki 4 aylık gecikme başvurcunun mazeretsiz yokluğundan kaynaklanmıştır. (1 Haziran 2006 tarihli Antolic – Slovenya kararı)

Ve benzer çeşit bir iş uyuşmazlığı davasında, ilk derecede 5 ay ve istinaf aşamasında 1 yıl 5 aylık sürede olmak üzere daha hızlı bir şekilde karar verilmesi dolayısıyla, AHİM, Yargıtay’daki  2 yıl 2 aylık daha uzun süreyi (gayet uzun bulmakla birlikte) tolore etmiştir.  AHİM’in bu davaya ilişkin genel değerlendirmesi olumlu yönündedir. (21 Mart 2000 tarihli  Guichon – Fransa kararı)

2. Basit Ceza Yargılamaları

Banka sahtecilikleri için: 3 ayrı seviyede toplam 3 yıl 6 aylık süre şu şekilde dağılmaktadır:

- 6 ay soruşturma için

- 1 yıl 2 ay ilk derece mahkemesi

- 11 ay istinaf

- 1 yıl 5 ay temyiz mahkemesi (Yargıtay), buradaki sürelere makul olarak nitelendirilmiştir. (30 Eylül 2004 tarihli Kuibichev – Bulgaristan kararı

Yasa dışı gösteri ve ölüme sebep olan patlayıcı kullanma suçlarına ilişkin: 4 ayrı derecede toplam 5 yıl 11 aylık yargılama süresi aşağıdaki gibi dağılmıştır:

- 1 yıl 8 ay Devlet Güvenlik Mahkemesi

- 1 yıl 7 ay Yargıtay

- 1 yıl 2 ay tekrar geri gönderilme üzerine Devlet Güvenlik Mahkemesi

- 11 ay Yargıtay, bu süreler makul olarak görülmüştür.  (12 Temmuz 2005 tarihli Soner Önder – Türkiye kararı)

3. Karmaşık Davalar

Sahtecilik ve çete davası :8 yıl 5 aylık toplam süre şu şekilde dağılmıştır:

- Hazırlık soruşturması 4 yıl 7 ay: bu süre dinlenilen tanıkların sayısı ve incelenecek evrakın kapsamı ile izah edilmiştir.

- Üç dereceli mahkeme aşamasında 3 yıl 10 süren karar aşaması ( 22 Mayıs 1998 Hozee – Hollanda kararı) makul olarak nitelendirilmiştir.

İhmali olarak işlenen ölüme sebebiyet verme suçu: 4 dereceli yargılamada  6 yıl 3 aylık süre makul olarak değerlendirilmiştir.(17 Ocak 2002 tarihli Calvelli and Ciglio – İtalya kararı) 

Cinayete teşebbüs: 5 değişik yargı derecesinde süren 7 yıl 9 aylık yargılama süresini Mahkeme, makul olarak görmüş ve “söz konusu olan gerçekler ışığında davanın karmaşıklığı ve devamlı bir şekilde kendisi ile çelişen davacının davranışına” atıf yapmıştır. 11 Aralık 2007 tarihli Pêcheur – Lüksemburg kararı)  

İhlal kararı verilen karmaşık davalarla ilgili olarak, 1987 -2004 yılları arasında karar verilen 40 dava ek üçte listelendi. Bunlardan ceza davalarına ilişkin olanlarla diğerleri arasında bir ayrım yapılmalıdır.

19 ceza yargılaması ile ilgili olarak:

- Bir istisna dışında (tek derecede 2 yıl) ihlal kararları verilen bütün dosyalar tek ve iki dereceli mahkeme siteminde 5 yıldan fazla sürmüştür.

- 6 dava AHİM karar verdiğinde halen devam etmekteydi.

- 7 davada soruşturma aşaması eleştirildi.

 - 4 davada AHİM karardan önceki (yani ilk dereceli mahkemede yapılan yargılamada) ya da ilk derecedeki kararla ilk temyiz duruşma arasındaki duruşmalar arasındaki aşırı uzun süreleri eleştirdi.

11 hukuk yargılaması ile ilgili olarak

- En kısa süre olan 2 yıl 3 ay ile en uzun süre olan 19 yıl arasında değişen yargılama süreleri,

- 5 davada dava konusu başvurucu için önemliydi bu yüzden Avrupa mahkemesi nezdinde özel bir gayreti gerektiriyordu. 

- İhlal kararı verilen daha kısa sureli davalarda, uyuşmazlıkta başvurucu için söz konusu olan şeyin önemiyle bağlantılı olarak özel bir gayrete ilişkin bir gereksinim vardı.

İhlal kararı verilmeyen karmaşık davalarda, çalışılan 23 dava arasında;

- 16 ceza davası

- 6 hukuk davası

- 1 idari dava vardı.

Bu uyuşmazlıklara, 12 dava (yarıdan fazla), başvurucunun davranışları, gecikmeye neden olması dolayısıyla Mahkeme tarafından eleştirildi.

Ceza davalarında en uzun süre üç dereceli mahkeme siteminde 8 yıl 8 ay ile uluslararası uyuşturucu kaçakçılığı davası ile ilgili 23 Mayıs 2000 tarihli Van Pelt – Fransa kararı idi. AHİM “soruşturma hakimi safhasındaki 3 yıllık sürenin bir çok defa soruşturma tedbirleri nedeniyle durdurulduğunu ve karar mahkemelerin de kararlarını hızlı bir şekilde aldıklarını” tespit etti.  Başvurucunun davranışı eleştirilmedi.

Hukuk davalarında en uzun süre derdest bir davada 6 yıldı. AHİM “başvurucunun bazıları zaten karmaşık olan davayı daha da karmaşık hale getiren arka arkaya gereksiz işlemler başlattığını” not etmiştir. Bir diğer yandan herhangi bir eylemsiz zaman otoritelere atfedilemeyecekti.    

SONUÇ

“2004 yılında incelenen davaların araştırılması”  isimli çalışmasında AHİM,  “önceki yıllarda olduğu gibi, Mahkeme geniş oranda sadece ya da öncelikli olarak uzun yargılama süreleri ile ilgili kararlar verilmiştir.” şeklinde tespitte bulunmuştur. Bu çeşit bulgular Mahkemenin bütün yıllık raporlarında, neredeyse geleneksel bir değerlendirme haline gelmiş olan “makul sürede yargılanma hakkının gereğini yerine getirmeme Sözleşmenin ihlalinin ana nedenlerinden biridir” şeklindeki cümleyle birlikte tekrar edilmektedir.

Sözleşmenin 50. Yılını kutlamak için düzenlenmiş bir Konferans’ta 1998 reformundan beri AHİM Başkanı olan Luzius Wildhaber,[107]  Avrupa insan hakları koruma mekanizmasının karşı karşıya olduğu zorlukları dile getirdi. Gelecek yıllarda, Sözleşmenin başarısı, 3 kritere göre değerlendirilecekti: Mahkeme önündeki davaların yargılama süresi, Mahkeme kararlarının standardı ve bu kararların uygulanmasındaki etkinlik.  AHİM Başkanı, Sözleşmeci devletlere bu sisteme tüm desteklerini vermesi çağrısında bulundu, ki bu husus eğer Sözleşme mekanizması başarılı olacaksa çok gerekli idi. 

Yargılama süreleri sadece milli devlet sistemleri için değil, bunun yanında ve hatta bunun da üzerinde Avrupa Mahkemesi için esas kaygı olarak kalmaya devam etmektedir.

2006 yılında 1560 tane toplam ihlal kararının 567 tanesi aşırı uzun yargılama sürelerinden kaynaklamıştı.[108] 2007 yılında bu rakam 1503’te 384[109], 2008 yılında 1543’te 456[110], 2009 yılında 1645’te 449[111] ve 2010 yılında 1499’da 461[112] idi. Bu istatistikler, ihlal kararlarının sayısının bütün ihlal karalarının 4’te birinden fazlasını oluşturarak devamlı bir görüntü arz ettiğinigöstermektedir.

AHİM kararları, illaki hız anlamına gelmeyen fakat herşeyden önce doğru bir yargısal zaman yönetimine dair bir zorunluluğun altını çizen “ivedilik veya çabukluk kültürüne” açık bir ihtiyacın varlığını göstermektedir.

Bu amaç yargılamadaki tüm tarafları, ilk olarak mahkemeleri ve onların içinde, hâkimler, kâtipler ve idari personeli harekete geçirmeyi hatırlatır.  Yeni bilgi teknolojileri, yargılamayı takip eden prosedürleri kolaylaştıran ve gecikmelerin daha iyi takibini sağlayan ilgi çekici araçlar sunmaktadır. Değişik tarafları harekete geçirmek için teklifler ileri sürülmüştür.

Hâkimler, mahkeme kalemleri ve idari personel de dahil olmak üzere bir bütün olarak mahkemeler yanında, yargılama süreçlerine katılan herkes harekete geçirilmelidir. Fakat bu amaca ulaşmak için kendi alanlarında katkısı olacak olan diğer adalet profesyonellerinin de (avukatlar, noterler, icra görevlileri ve atanmış bilirkişiler) katılımı gereklidir. 

Mahkemeler, sayıları gittikçe artan diğer kurumlarla da birlikte çalışmaktadır. “Gerekli olan gayret” kavramının, onlar ister hükümetler adına savunma hazırlamakla sorumlu olsun veya mahkeme dışındaki işlemlere ilişkin taleplere cevap vermekten sorumlu olsunlar, mahkemelerle çalışan bütün mili otoriteleri ve görevlileri de kapsaması gerekir. Aynı şekilde, diğer merkezi olmayan ya da devredilmiş yetkili kamu otoriteleri de, örneğin koruma veya yasal bakım konularıyla ilgili davaların tarafı olduklarında ya da mahkemeler tarafından sosyal güvenlik ve sosyal hizmetler konularıyla ilgili kendilerinden bilgi talep edildiğinde, sorumluluk sahibi olmalıdırlar.

Son olarak, normal vatandaşların kendilerine de, davanın tarafları olduklarında, sorumluluklar düşmektedir. Onların davranışları kötü niyetten kaynaklanmadığı taktirde, genellikle onların hakları ve sorumluluklarından haberdar olmamaları durumunda söz konusu olmaktadır. Bu çeşit bilgiler normal vatandaşlara özenle aktarılmalıdır ve AHİM’in devamlı bir şekilde desteklediği gibi, geciktirici davranışlar mahkeme emirleri ile ya da yasa tarafından belirlenen cezalarla karşılık bulmalıdır.

Eğer kamunun bilgilendirilmesi hususu, AHİM’in teşvik ettiği gibi, mahkemelerin işleyişine dair kurallar içinde yazılı olarak yer alırsa, geciktirici davranışlar, yargılamaların süresinin uzamasına neden olmalar ve kötü niyetli olma gibi hususlar daha kolay bir şekilde yaptırım altına alınacaktır.



*        Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başmüfettişi

[2]        Ancak, AHİM 6/1. maddeyi, ceza prosedürlerinin soruşturma aşamaları için uygulamaktadır.

[3]        F. Sudre, “la dimension internationale ve européenne des libertés ve droits fondamentaux”, in: Libertés ve droits fondamentaux, edited by R. Cabrillac, M-A Frison-Roche ve T. Revet, Dalloz, 2004, s. 33 - 51. 

[4]        J-C Soyer ve Mr de Salvia article 6, in “Convention européenne des droits de l’homme commentaire article par article” edited by L-E Pettiti, Economica s. 244 

[6]        Örneğin 4 Mayıs 2009 tarihli Burdov – Rusya (No. 2) kararı

[7]        24 Mayıs 2005 tarihli İntiba – Türkiye , § 54 kararında Mahkeme, “Sözleşmenin 6. Maddesi yargılamaların uygun bir hızda yürürtülmesini gerektirse de, bu madde adalatein iyi yönetimi (iyi dağılımı) genel prensibi ile de donatılmıştır.” Şeklinde ifadede bulunmuştur.  Ayrıca bkz, 12 Ekim 1992 tarihli Boddaer – Belçika kararı. 

[8]        3 Kasım 2005 tarihli Marien – Belçika kararı (Fransızca) 

[9]        Neumeister – Avusturya kararı, 1968

[10]https://wcd.coe.int/com.instranet.InstraServlet?commve=com.instranet.CmdBlobGet&InstranetImage=2204779&SecMode=1&DocId=1965298&Usage=2

[11]https://wcd.coe.int/com.instranet.InstraServlet?commve=com.instranet.CmdBlobGet&InstranetImage=2204779&SecMode=1&DocId=1965298&Usage=2

[12]https://wcd.coe.int/com.instranet.InstraServlet?commve=com.instranet.CmdBlobGet&InstranetImage=2204779&SecMode=1&DocId=1965298&Usage=2

[13]      19 Şubat 1991 tarihli Zanghi - İtalya; 31 Mart 1992 tarihli X – Fransa ve 2 Nisan 1994 tarihli A.V – Fransa kararları.  

[14]      16 Eylül 1996 Akdıvar ve diğerleri – Türkiye kararı, Compendium of Judgments ve Decisions 1996 IV, s. 1210, 18 Aralık 1996 Aksoy – Türkiye kararı, Compendium of Judgments ve Decisions 1996 IV, s. 2275. 

[15]      26 Ekim 2000 tarihli  Kudla – Polonya kararı, § 152. 

[16]      V. S. Guinchard, “Procès équitable”, Répertoire Procédure Civile, Dalloz, March 2011, s. 94, No. 347. 

[17]      Ayrıca bkz Tomé Mota – Portekiz kararı, no. 32082/96 

[18]      Ayrıca bkz 4 Nisan 2000 tarihli, I.S – Slovakya kararı.

[19]      Ayrıca bakınız, makul sürede yargılanma hakkı ile ilgili olarak, Cocchiarella – İtalya ; Giuseppe Mostacciuolo – İtalya (No. 1); Musci – İtalya; Giuseppina ve Orestina Procaccini – İtalya; Riccardi Pizzati – İtalya; Ernestina Zullo – İtalya; Apicella – İtalya.  

[20]      İtalyadaki Durum,bkz 19 Mart 2009 tarihli Bakanlar Komitesi Kararı CM/ResDH(2009)42. 

[21]      Obs. N. Fricero, Procedures No. 11, Kasım 2009, Comm. 363. 

[22]      Cf. Guide to Good Practices, op. cit., No. 107, pp. 24 ve 25. 

[23]      Bkz Venice Komisyon Raporu , doc. CDL-AD(2006)03rev., §§ 69-87: http://www.venice.coe.int/docs/2006/CDL-AD%282006%29036-en.asp 

[24]      Guide to Good Practice, No. 112, s. 25. 

[25]      Op. cit., § 240, Guide to Good Practice, No. 114, p. 26. 

[26]      “What is at stake for the applicant” ifadesinin kelime kelime çevirilmesi halinde “başvurucu için söz konusu olan şey anlamı çıkmaktadır. Biz buradaki belirsizlik nedeniyle, Yazarın sonraki açıklamalarını da dikkate aldıktan sonra “davanın konusunun başvurucu için önemi” gibi bir anlamın daha uygun olduğu düşüncesindeyiz. 

[27]      8 Temmuz 2004 Djangozov – Bulgaristan kararı.

[28]      8 Kasım 2001 tarihli Sarı - Türkiye davasında Mahkeme, Türkiye vatveaşı olan başvurucunun, Danimarka’da işlenen bir cinayetle ilgili olan bu davada, belgelerin iki dile çevrilmesinden kaynaklanan olgusal bir gecikmeye dikkat çekmiştir.

[29]      10 Nisan 2001 tarihli Sablon – Belçika kararı (Fransızca)

[30]      2 Temmuz 1997 tarihli Hervouet C. Fransa son kabul edilebillik kararı.

[31]      10 Aralık 1982 tarihli Corigliano – İtalya kararı, §42

[32]      10 Temmuz 2001 tarihli Versini – Fransa kararında dile getirilmiştir.

[33]      4 Aralık 1995 tarihli Ciricosta ve Viola – İtalya kararı.

[34]      28 Mart 2002 tarihli Klamecki – Polonya kararı.

[35]      25 Mayıs 2004 tarihli Dosta – Çek Cumhuriyeti kararı.

[36]      15 Temmuz 2004 tarihli Patrianakos – Yunanistan kararı.  Avrupa Mahkemesi içtihatları içinde bir yargılama için davaya hazırlık görevinin ortaya çıkması üzerine .

[37]      6 Mayıs 1981 tarihli Buchholz – Almanya kararı.  

[38]      1 Ağustos 2000 tarihli Savvidou - Yunanistan kararı.

[39]      19 Aralık 2002 tarihli Salapa  - Polonya kararı.

[40]      Her ne kadar buradaki açıklama bir önceki bölümdeki AHİM’in kabul ettği milli otorite argümanları ile çelişiyor gibi görünse de, AHİM’in mahkemelerdeki iş yükünü kabul edilebilir bir mazaret olarak görmesinin, yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi, bu iş birikimin öngörülemeyen istisnai nitelikteki olaylardan kaynaklanması ve Devletlerin bunu çözmek için gayret göstermesi durumuna hasredilmesi gerektiği kanaatindeyiz.(H.H)

[41]      28 Nisan 2005 tarihli Hadjidjanis – Yunanistan kararı. (Fransızca) 

[42]      10 Ekim 2000 tarihli Dachar – Fransa kararı. 

[43]      10 Aralık 1982 tarihli Corigliano – İtalya kararı. 

[44]      Obs. N Fricero, JCP G No. 16, 15 April 2009, II, 10070. 

[45]      Şahsi başvuru hakkının kabul edilmesinden itibaren, iki dereceli bir yargılamada 8 yıl ve 11 ay.

[46]      Bkz yukarıda dipnot 23.

[47]      22 Eylül 2005 tarihli Hüseyin Ertürk – Türkiye kararı(Fransızca).

[48]      26 Nisan 2005 tarihli Mehmet Özel ve diğerleri – Türkiye, § 38 (Fransızca), ayrıca bkz 8 Şubat 2005 tarihli  Hatun Güven ve diğerleri – Türkiye, 22 Şubat 2005 tarihli Meryem Güven ve diğerleri – Türkiye, 28 Haziran 1990 tarihli Obermeier – Avusturya , §72, ve 26 Ağustos  Karakaya - Fransa, §30 kararları. 

[49]      15 Şubat 2000 tarihli Kurt Nielsen – Danimarka kararı. 

[50]      For critical positions of the French state: S. Guinchard, "Fair trial"Civil Procedure Directory, op. cit, p.90, No. 330 

[51]      Ayrıca bkz 31.03.1992 tarihli  X – Fransa, 26.04.1994 Vallée - Fransa, 26.08.1994 tarihli Karaya – Fransa, 22.04.1998 tarihli Paillot – Fransa, 30.10.1998 tarihli F.E – Fransa 19.03.2002 tarihli Kritt – Fransa ve 8 Haziran 2004 tarihli Beaumer – Fransa kararları. 

[52]      Obs. P. Coursier, JCP, No. 16, 20 April 2010, 1164. 

[53]      EK:2, https://wcd.coe.int/com.instranet.InstraServlet?commve=com.instranet.CmdBlobGet&InstranetImage=2204779&SecMode=1&DocId=1965298&Usage=2

[54]      Bu çeşit birçok davaya bir örnek 14 Ekim 2004 tarihli Assymomitis – Yunanisatn kararıdır.   

[55]      Bkz 15 Temmuz 1982 tarihli Eckle – Federal Almanya Cumhuriyeti ve 31 mart 1998 tarihli Slimane-Kaïd – Fransa kararları. 

[56]      Türk Hukuku’ndaki müdahillik benzeri bir kurum gibi gözükmektedir. (H.H)

[57]      EK 1

[58]      19 Şubat 1991 tarihli Mori İtalya kararı. 

[59]      23 Mart 1984 tarihli Sylva Pontes – Portekiz kararı. 

[60]      N. Fricero, Garanties de nature procédurale : équité, publicité, célérité et laïcité, in Dorit et pratique de la procédure civile, Dalloz action, 2009-2010, No. 212.136,s. 562. 

[61]      Guide to Good Practice accompanying Recommendation CM/Rec(20103 on effective remedies for excessive

length of proceedings, s. 5, 13. Not.

[62]      26 Eylül 1996 tarihli Zappia – İtalya kararı. 

[63]      Bkz ayrıca 2 Mart 2000 tarihli  Scwengel – Almanya ve 10 Nisan 2001 tarihli Kuna – Almanya kabul edilmezlik kararları. 

[64]      10 Nisan 2001 tarihli Kuna – Almanya, 2 Mart 2000 tarihli Schwengel – Almanya. 

[65]      12 Haziran 2001 tarihli karar.

[66]      10 Temmuz 1984 tarihli Guincho – Portekiz kararı. 

[67]      27 Şubat 1992 tarihli Diana – İtalya kararı:İki dereceli bir yargılamada toplam 11 yıl 11 ay süren çok karmaşık bir dava. 

[68]      Bakanlar Komitesinin Yıllık Raporu 2007, s.83 ve 84 

[69]      Örneğin eylemsizlik (bekleme) uluslararası bir istinabe ile açıklanabilir.

[70]      21 Mart 2002 tarihli Rego Chaves Fernvee - Portekiz kararı, ayrıca bkz 23 Mart 2000 tarihli  Condé – Portekiz kararı. 

[71]      14 Kasım 2000 tarihli Piron – Fransa kararı (Fransızca) 

[72]      23 Eylül 1998 tarihli Portington – Yunanistan kararı. 

[73]      27 Haziran 2002 tarihli.

[74]      Buna ek olarak : 6 Eylül 2005 tarihli Pavlyulynets – Ukrayna, 15 Haziran 2006 tarihli Carstea

& Grecu – Romanya ve 6 Nisan 2006 tarihli Ferlic – Slovenya kararları. 

[75]      28 Haziran 1990 tarihli Obermeir - Avusturya kararı. 

[76]      6 Eylül 2005 tarihli Volf – Çek Cumhuriyeti kararı. 

[77]      Fransa’da uygulama yönetmeliklerini yürülüğe sokmada başarısız olan bir idari organ İdare Mahkemeleri tarafından, gerekli tedbirleri alıncaya kadar cezalveırılabilirler; fakat bu tarz zorlayıcı cezalar düzenlemenin yürürlüğe girmesinin geciktiği durumlarda uygulanabilir. ( 28 Haziran 2000 tarihli Fransız Danıştay kararı, Association France. Nature Environnement

[78]      Bakanlar Komitesinin Yıllık Raporu 2008, s.124.

[79]      27 Haziran 2000 tarihli Nuutinen – Finlveiya kararı: §§114 & 118. 

[80]      24 Mayıs1991 tarihli Vocaturo -  İtalya kararı.

[81]      Ayrıca bkz 11 Ocak 2005 tarihli Molin İnşaat – Turkiye kararı. 

[82]      26 Eylül 1996 tarihli Zappia  – İtalya kararı

[83]      17 Aralik 1996 tarihli Duclos – Fransa kararı. 

[84]      Tercüme konusu raporun orjinalinde “inquisitorial” terimi kullanılmaktadır ki bu sistem mahkemenin davada ileri sürülen hususların araştırılmasında aktif rol aldığı bir sistemdir bunun karşılığındaki sistemse  “adversarial” sistemdir ve mahkemenin öncelikli rolü iddia makamı ile savunma makamı arasında tarafsız bir hakem olma şeklinde ortaya çıkar.

[85]      29 Haziran 2004 tarihli Volesky – Çek Cumhuriyeti kararı. §105. 

[86]      25 Temmuz 2000 tarihli Mattocia – İtalya kararı. 

[87]      23 Mart 1989 tarihli Bock– Almanya kararı

[88]      23 Nisan 1987 tarihli Lechner ve Hess - Avusturya kararı. 

[89]      7 Şubat 2002 tarihli Mitkulic – Hırvatistan kararı. 

[90]      Ayrıca bkz Neumeister - Avusturya kararı, idem, §21 

[91]      19 Mart 2002 tarihli Kritt – Fransa kararı.

[92]      16 Kasım 2004 tarihli Alberto Sanchez  – İspanya kararı.

[93]      8 Haziran 2004 tarihli Clinique Mozart SARL  – Fransa kararı.

[94]      Bu bölüm için lütfen yukarıda bahsedilen Venis Komisyonu Raporunu inceleyiniz.

[95]      Fourth information report CM/Inf/DH (2005) 31 of 6 June 2005. 

[96]      Bakanlar Komitesi Yıllık Raporu, 2007, s. 79.

[97]      Daha detaylı bilgi için bkz Bakanlar Komitesi Yıllık Raporu, 2007, s. 121. 

[98]      Re. the evolution of the Court’s case-law on the situation in Croatia, cf. Guide to Good Practice Nos. 60-62, pp 14 ve 15. 

[99]      Bkz. Guide to Good Practice, No. 93-96, pp. 22 ve 23. AHİM kararlarının Slovakya tarafından uygulanmasının genel değerlendirilmesi için bkz Bakanlar Komitesi Yıllık Raporu, 2010, pp. 142 ve 143. 

[100]    8 Haziran 2006 tarihli Sürmeli – Almanya Büyük Daire kararı, § 138 

[101]    Yukarıda bahsedilen 25 Mayıs 2004 tarihli Dosta – Çek Cumhuriyeti kararı: Bu bağlamda ilginç bir karardır. AHİM tarafından incelenen basit davalarda aynı başvurucu tarafından 8 hukuki prosedür oluşturulmuştur. 

[102]    28 Mart 2006 tarihli Le Bechennec – Fransa kararı. 

[103]    Bu bağlamda bkz 11 Haziran 2004 tarihli CEPEJ Çerçeve Programı “Yargı sistemleri için bir yeni amaç: Her bir davayı en optimum ve tahmin edilebilir bir zaman içinde yürütmek”.

[104]    7 Temmuz 1989 tarihli Union Alimentaria Sveers SA – İspanya kararı. 

[105]    Bkz “Yargı sistemlerinin zaman yönetimi : Bir Kuzey Avrupa Çalışması”, CEPEJ(2006)14) isimli CEPEJ Raporu.  

[106]    “Soruşturma hakimi soruşturma aşamasını başvurucunun şüpheli olarak ilk defa sorgulanmasından 4 yıl 7 ay sonra tamamlamıştır. (…) Bu şartlarda, bu dönemin süresi ikna edici bir şekilde açıklanmalıdır.” 22 Mayıs 1998 tarihli Hozee – Hollvea kararı.

[107]    İsveçli bir hukukçu olan Wildhaber 24 Temmuz 1998 tarihinde Mahkeme başkanlığına seçilmiş ve 18 Ocak 2007 tarihine kadar bu görevi yürütmüştür.

[108]    2006 Yıllık Raporu, pp. 107 ve 108; Mahkeme web sitesinde bulunabilir: http://www.echr.coe.int/echr                                                                                 

[109]    2007 Yıllık Raporu, pp. 144 ve 145. 

[110]    2008 Yıllık Raporu, pp. 134 ve 135. 

[111]    2009 Yıllık Raporu, pp. 146 ve 147. 

[112]    2010 Yıllık Raporu. pp. 149 ve 151.